Kategoriler
Şehir

Şehrin Azizleri

“Eskişehir’in Kahramanları” da diyebilirdik ama azizler demekte de bir yanlışlık yok. Evet! Her şehrin bir azizi vardır. Bazı şehirler ise aziz insanlar açısından çok daha zengindir. Eskişehir de bu şanslı şehirlerdendir.

Hayatı maddi ve manevi yönüyle insanlığa örnek olabilecek büyük kişiliklerdir azizler ve azizeler.

Batı’da yani Avrupa’da şehirlerin ve kasabaların koruyucu azizlerinden söz edilir. Bizim azizlerimizi onlarla karıştırmayalım lütfen. Çünkü, onlar atamayla “aziz” olurlar. Kimin nereye aziz olarak tayin edileceğine papa, daha doğrusu kilise karar verir. Basbayağı bir bürokratik süreçten geçmek gerekir “aziz” olabilmek için. İşin içine bürokrasi girince torpil mekanizması da işler. Yani “azizlik” gibi bir makam dahi tartışmadan ve dedikodudan uzak kalamaz.

Bizim uygarlığımız bu açıdan daha demokratiktir. Halkın gönülden verilen oylarıyla kazanılır azizlik mertebesi.

Konudan uzaklaşmayalım ve tekrar Eskişehir’e dönelim….

Eskişehir’in üç büyük azizi vardır: Seyyid Battal Gazi, Yunus Emre ve Nasreddin Hoca. Üçünün de gönlümdeki yerleri ayrıdır. Ama bir referandum yapılsa oyumu Seyyid Battal Gazi’den yana kullanırdım! Şehircilik bağlamında konuşuyorum. Bu üçlünün şehrimizin tarihi/kültürel kimliği, toplumsal hayatı, hatta ekonomisi bakımından yeterince değerlendiremediğimiz bir potansiyele sahip  bulunduğunu düşünüyorum.

Resmi irade, yani Vilayet ve Belediye, Yunus Emre’de karar kılmış gibi görünüyor. Ancak, şehri Yunus Emre ile özdeşleştirme yönündeki iyiniyetli çabaların başarılı olduğu söylenemez. Bugün Konya dediğimizde aklımıza hemen Mevlâna gelir; Mevlâna deyince de Konya. Hem de ışık hızıyla. Halbuki, Eskişehir – Yunus Emre bağlantısını kurdurmak için muhatabımızı bir hayli zorlamamız gerekir. Yunus Emre’yi gücendirmek istemem ama, bunda Yunus’un da payı var! Bir kere günümüz insanı için fazla soyut kalıyor. Evet, şiirlerini, ilahilerini seviyoruz. Ama hikayesinde sanki bir durağanlık, hadi terbiyesizlik etmeyelim, alışık olmadığımız bir sakinlik, bir sükûnet var gibi. Günümüz insanı aksiyon ister. Haksız mıyım? Sonra geriye somut bir miras da bırakmamış Yunus’umuz. Üstelik, sahipleneni de çok fazla. Sadece Anadolu’da yedi yerde türbesinin bulunduğu söyleniyor. Yanlış anlaşılmasın, Eskişehir olarak Yunus’tan vazgeçmeyeceğiz; Yunus’a sahip çıkmaya tabii ki devam edeceğiz. Şehir adına isteğim Yunus’un yanına Seyyid Battal Gazi’nin de konulmasıdır. Hayal edebiliyor musunuz? Yunus, Battal Gazi ve bir de Nasreddin Hoca! Muhteşem, değil mi?

Battal Gazi sevgimi Murat Sertoğlu isimli tarihi romanlar yazan bir yazara borçluyum. Henüz ilkokul çağındaydım. Okullar kapanmış; uzun, sıcak yaz günleri başlamıştı. Küçük bir çocuk için yapacak fazla bir şey yoktu o devirlerde. Yaz tatili başlayınca mahalle arkadaşlarım da ortadan kaybolurdu. Çoğu köylerine giderlerdi. Mahallemiz, sokağımız, hatta bütün şehir bir sessizliğe bürünürdü. O günlerden hafızamda kalan görüntü, ikindi güneşinin aydınlattığı sonsuz mavilikte bir gökyüzünün altında uzayıp giden bir sokak görüntüsüdür. Kimseciklerin ortada görünmediği upuzun sessiz bir sokak. İşte, “Battal Gazi” romanını bu sokakta, bir yaz ikindisinde, annemin bembeyaz kireçe kattığı çivit mavisiyle badanalanmış küçük evimizin gölgesinde okumaya başlamıştım. Roman daha ilk sayfalardan itibaren çocuklara özgü o can sıkıntısından beni çekip almıştı.

Murat Sertoğlu daha sonra “Battal Gazi’nin Oğlu” ve “Battal Gazi’nin Torunu” romanlarını da yazarak bunları bir seri haline getirdi. Onları da okudum. 70’li yıllarda Yeşilçam pek çok Battal Gazi filmi yaptı. Şimdi düşünüyorum da iyi ki çocukluk çağlarımıza denk gelmiş çocukluğumuzu zenginleştiren, ama safiyeti bozulmamış çocuklardan başka hiç kimseyi etkileme şansı olmayan o filmler!

Battal Gazi’den şehrimize somut bir hatıra olarak mimari değeri çok yüksek bir yapı kompleksi kalmıştır.

Eskişehir’den Afyon’a doğru giderken Seyitgazi kasabasına yaklaştığınızda, ufuk çizgisinde yükselen bir tepenin eğimiyle bütünleşmiş, doğu masallarındaki kaleleri anımsatan harikulade bir yapı silüetiyle karşılaşırsınız. İşte aziz kahramanımız orada, Üçler Tepesi diye anılan yerdedir.

Bir bütün olarak baktığımızda 16. yüzyıl klasik dönem mimari üslûbundadır bu etkileyici yapı topluluğu. Ancak içerisinde Roma-Bizans ve Selçuk’tan izler vardır. Diğer bir deyişle, üç uygarlığın havasını soluyabileceğimiz ender mekanlardandır burası.

Girişte hayli yüksek bir yerde mermerden bir çıkıntı üzerine kondurulmuş aslan heykeli karşılar sizi. Yüksek kemerli girişte dikkatinizi çekecek ikinci şey, demirden yapılmış kırık bir halkadır. Battal Gazi’nin gökten indirilmiş ölümsüz atı Aşkar’ı buraya bağladığına inanılır.

Taş döşemeli, eğimli koridordan devam ettiğinizde, loş bir aydınlık içindeki türbeleri geçerek avluya ulaşırsınız. Avluda beni en çok etkileyen eser antik bir lahitten devşirilmiş çeşmedir. Mezar çeşmeye dönüşmüş! Bir ölümlü daha ne ister ki!

Külliyeyi ilk kez ziyaret edenleri şaşkınlığa düşüren, bir sürpriz gibi aniden karşılarına çıkan görüntü ise Seyit Battal Gazinin yüksek tavanlı, kubbeli türbesinin ortasında uzanan 8,5 metre boyundaki sandukasıdır. Çocuklarımın bu manzarayla ilk kez karşılaştıklarında yüzlerinde oluşan ve uzun bir süre silinmeyen hayret ifadesi halâ gözümün önündedir. Battal Gazi’nin manevi büyüklüğünü simgeleyen bu devasa sandukanın hemen yanı başında ise normal boyutta bir sanduka daha yer alır. Tanıtıcı levha üzerinde üç sözcük yazılıdır: “Kral Kızı Eleonora”.  İnsanı hayal dünyasının derinliklerine götüren bir ândır o ân.

Söylemek istediğim Seyyid Battal Gazi, görkemli külliyesi, tarihi kişiliği, söylencelerle zenginleşmiş hayatı, ruhumuza işlediği inanç, yiğitlik, cesaret, fedakârlık, doğruluk gibi değerleriyle, battalnameleriyle düşünce, sanat ve  imgelem dünyamızı verimlendirmeye devam edebilecek aziz bir kahramandır. Diğer yönüyle, Seyyid Battal Gazi bizim toplumsal bilinçaltımızdır. Bilinçaltımızı bilince dönüştürmek de öncelikle aydınlarımızın üzerine düşen bir ödevdir.

Kent kimliği, kenti özgün kılanlar değerler gibi kavramları dilimizden düşürmüyoruz. Kimliğimiz zaten var. Kent kimliği denen şey yüzyıllar içinde oluşur. Bize düşen kafamızı kaldırıp kimliğimizi oluşturan unsurlara dikkat kesilmektir. Ben Eskişehir’in içine kapalı bir şehir olduğunu düşünüyorum. Köprübaşı-Odunpazarı ekseninin dışına çıkamıyoruz. Bir adaya hapsolmuş gibiyiz şehir olarak. Halbuki, çevremiz keşfedilecek güzelliklerle dolu. Seyitgazi sadece bir örnek. Daha nice değerlerimiz var. Yeter ki resmi, soğuk ve yüzeysel bir ilginin dar sınırlarının ötesine geçmemizi sağlayacak düşünsel bir atılım yapabilelim.

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

4 replies on “Şehrin Azizleri”

Merhaba, samimi yazılarınızdan istifade ediyoruz. Bu defaki yazınıza itirazım var. Biz kutsadığımız kişileri kültürümüzde “eren, ermiş, veli” gibi kavramlarla adlandırıyoruz, “aziz” değil. “Anadolu Erenleri” gibi de kullanıyoruz. Keşiş fikrini çağrıştıran “aziz” daha çok Katolik-Protestan inanç dünyasında kullanılıyor. Son dönemde dinler arası diyalog safsataları ile dilimizde yoğun olarak kullanılmaya başlanan kavramlar, kutsallarımızın da içini boşaltmaya başladı. Bu hususa da dikkat etmek gerekiyor. Dilimizde, mukaddes hâle gelmek, yücelmek, kutsallaşmak karşılığı da yine “azizleşmek” olarak geçiyorsa da mânevî yücelik, ululuk, ermişlik tercih ediliyor. Yazınızda azizlik kavramının kullanılması, Nasreddin Hoca’nın “azizler sınıfına alınması” yaptığınız “azizlik” yani latife gibi geliyor. Muhabbetle

Beğen

Kavramlar konusundaki duyarlılığınızı saygıyla karşılıyorum azizim İncognito. Ancak yazımın başında belirttiğim gibi bunda bir yanlışlık yok. “Aziz” bizim öz be öz sözcüklerimizdendir. Hıristiyanlar aziz demezler. Onlar “saint” ya da “santa” gibi sözcükler kullanırlar. Türkçede en yakın sözcük olduğu için aziz diye tercüme edilir. Benim annemin adı Azize’dir örneğin. Aziz Mahmud Hüdai vardır ve büyük velilerdendir. Yahya Kemal “Aziz İstanbul” der. Ayrıca Nasrettin Hoca da büyük bir veli olarak kabul edilir. Bu benim şahsi görüşüm değil. Bu konuda yapılmış araştırmalar da var. Buna karşılık biz de kutsamak yoktur. Evliyalarımız kutsal (mukaddes) değildir. Onlar kutlu (mübarek) kişilerdir. Selamlar, sevgiler.

Beğen

Alınmayı gerektiren bir durum yok. İl, ilçe ve bucak bunlar mülki yani yönetsel bölümlemelerdir. Kasaba genel bir isimlendirmedir. Küçük şehir anlamına gelir. İlçelerin çoğu küçük kasabalardır, Seyitgazi gibi. Bazı ilçeler ise basbayağı büyük şehirlerdir. Ben karakterini kaybetmemiş küçük kasabaları tercih ederim. Seyitgazi’nin küçük bir kasaba olarak kalması bu açıdan onun şansıdır. Küçük ama nitelikli bir şehir olma şansı halâ vardır çünkü. Selamlar, sevgiler 🙂

Beğen

Yorum bırakın