Kategoriler
Gezi Şehir

Eskişehir’in Issız Köyleri, Sorkun Çömlekleri, Gürleyik Suları

Cuma günleri Eskişehir civarındaki köy ve kasabaları dolaşıyoruz. Bu gezileri bir çeşit   alışkanlık haline getirdik. “Bahânesiz dost köyüne varılmaz” demiş Karacaoğlan. Bizim bahanemiz de cuma namazları oldu.

Bu ıssız köy ve kasabalara gitmek için bir bahane aranıyor gerçekten. Yoksa durduk yerde kim gider Uyuzhamam köyüne ya da Dodurga’ya ya da Kocakaymaz’a.

Cuma bizi her hafta yeni bir bahane aramaktan da kurtarıyor ayrıca. Yani, bu gezilerin sürdürülebilir olmasını “hayırlı cumalara” borçluyuz.

Geçenlerde Mihalıççık taraflarına gitttik. Alpu Ovası yaz aylarında soluk sarı bir renge bürünür. Kısa süren bahar bir an için ekin tarlalarını yemyeşil bir renge boyar, ardından ova alışkın olduğumuz sarı ve kahverengi tonlarına geri döner. Bu sefer manzara farklıydı. Mayıs ve Haziran aylarının bereketli yağmurları bozkır görünümlü ovayı zümrüt gibi parlatmıştı.

Mihalıççık’a doğru yaklaştıkça çam ormanları başlıyor ve yolculuk daha zevkli bir hale geliyor. Son zamanlarda bu güzel dağlarda geyik popülasyonunun arttığını sıkça duyar olduk. Umarım bir gün geyik eti sunan lokantalar ve konaklama tesisleri de açılır buralarda. Başka türlü kimsenin geleceği yok bu dağlara! Aslında mevcut haliyle de insanların ilgisini çekmesi gerekir buraların. Ancak, etrafımızı merak etmemek gibi kötü bir huyumuz var. O yüzden koyu bir ıssızlık içinde tek başına kalmış dağlarımız, ormanlarımız, akarsularımız ve ara sıra haber konusu olan “saklı cennetlerimiz”.

Anadolu’nun ıssızlığı sadece doğu bölgemize özgü değil; her tarafı ıssızlık içinde. Kırsalı kastediyorum. Eskişehir’in kırsalı da farklı değil. Köyler büyük ölçüde boşalmış, geriye yaşlılar kalmış sadece. Bir de heves edip babadan kalma evi yenileyerek mevsimin bir bölümünü köyünde geçiren tek tük emekli memurlar.

Mihalıççık’ta oyalanmadan yola devam ediyoruz. Bir kaç kilometre sonra Sorkun köyüne ulaşıyoruz. Sorkun’un çömlekleri meşhur. Önce yol üstündeki bir atölyeye uğruyoruz. Genç bir çömlekçi ustası karşılıyor bizi. Derme çatma işliğinde eşiyle birlikte güveç kapları, tencereler ve lokantalar için geniş fırın tepsileri üretiyor. Halinden memnun görünüyor. Hafif bir gururla çamuru tornada çekerek şekillendirdiğini söylüyor. Köyde torna çekmeyi bilen pek yokmuş. Çömleklerinin düzgün formlarıyla övünüyor. Torna lafı açılınca kendimizi ufak çaplı bir tartışmanın içinde buluyoruz. Bizi genç ustayla tanıştıran Emrullah Amca, geleneksel yöntemlerle çamuru elle sıkıştırarak şekillendirilen ürünlerin çok daha dayanıklı olduğunu iddia ediyor. Münir Özkul ile Adile Naşit’in iyi turşu sirkeyle mi olur limonla mı tartışmasını anımsıyorum. Bir karara varamıyoruz.

Pişirme yöntemlerinde ise bir farklılık yok. Bütün köylü açık ocaklarda pişiriyor ürünlerini. Havadaki is kokusunu hissedebiliyorsunuz.

Yalın, süslemesiz, sadece işlev gözetilerek üretiliyor Sorkun çömlekleri. Konuşmalardan çömleklere olan talebin sürdüğünü anlıyoruz. Yüzyıllardan beri devam eden çömlekçilik geleneği köylüler için halâ önemli bir gelir kaynağı.

Emrullah amcalar da çömlek üretiyorlar. “Bizim evde bu işi hanım yapar” diyor. “Hanım muhacirdir. Ama ona da öğrettik sonunda” diye ekliyor. “Buralarda muhacir köyü olduğunu bilmiyordum” diyorum merakla. Yakındaki Lütfiye köyü Boşnak muhaciriymiş. Karısı Azize Hanım o köydenmiş. Sadece balık tavası yapmayı öğretebilmişler ona. Bunu gülerek söylüyor!

Azize Hanım üşenmiyor; bize balık tavalarını nasıl yaptığını gösteriyor. Sonra depo gibi bir yerde stoklanmış tavalara bakmak için avluya çıkıyoruz. Yüzlerce pişmiş tava müşterilere teslim edilmek üzere hazır bekliyor. El emeğinin sonucunu somut olarak gösteren bu yığın karşısında hayranlıkla ve şaşkınlıkla “Bütün bunlar sizin elinizden mi geçti şimdi?” diye soruyorum. Azize Hanım alçak gönüllülükle gülümsüyor, “Ekmek parası işte” diyor.

Emrullah Amca torna kullanmadan elle şekillendirilen çömleklerin nasıl yapıldığını bize göstermek istiyor. Evinin hemen aşağısındaki komşusuna gidiyoruz. Tornacı gencin işliğinden daha kötü koşullarda, karanlık ve soğuk bir yere giriyoruz. Aslında tavandan sarkan lamba etrafı aydınlatıyor. Lambanın soğuk ışığı, atölyenin siyah çamurla sıvalı duvarları, raflarda sıralanmış henüz pişirilmemiş çömlekler ve yerdeki siyah, yağlı çamur bu kasvetli ortamı karanlık olarak algılamama yol açıyor. Neden sonra yerdeki çamur yığınının kenarına oturmuş kadını farkediyorum. Çamur sıvanmış şalvarı ve sırtındaki yeleği ortamla öylesine bütünleşmiş ki neredeyse görünmez olmuş. Yüzüne yayılan gülümsemesi, gözleri ve sesiyle orada olduğunu belli ediyor bize. Romatizma ve kemik erimesi yüzünden kalçasına platin takılmış. Buna rağmen torna kullanmadan şekillendirilen çömleklerin daha “sağlıklı” olduğuna inanıyor!

Üniversitemizin seramik bölümü yirmi sene kadar önce, aralarında yabancı sanatçıların da bulunduğu bir grupla bu köyü ziyaret etmiş. Köylüler kendilerini çok iyi ağırlamışlar. Misafire canları kurban çünkü. Ziyaretçi grup da köyü kim bilir ne kadar ilginç ve “otantik” bulmuştur! Bizimkiler yabancılara hararetle köy hakkında bir şeyler anlatmışlardır. Seramik bölümü bulunan bir üniversite olarak bizim bu insanlara karşı bir sorumluluğumuz olmalı diye düşünenler de olmuştur aralarında muhtemelen. Yani, o anda öyle iyi ve soylu düşünceler şöyle bir geçivermiştir zihinlerden ve dillerden. Belediye ve vilayetin de mutlaka bir takım şeyleri olmuştur köyle ilgili. Daha ileri gitmeyeceğim. N’olacak bu memleketin hali mevzuuna girmek istemiyorum bugün. Daha Gürleyik sularından bahsetmedik.

Aslında bahsetmek doğru mu ondan da emin değilim. Çünkü, mangalını kapanın o güzel yere hücum etmesinden korkarım. Bu arada su kenarında piknik yapabilirsiniz ama mangal yapmanın yasak olduğunu hatırlatmak isterim.

Hocam, su kenarı ve piknik; bütün olay bu mu yani? Ne kadar da ilginçmiş!” diye burun kıvırmakta acele etmeyin.

Şöyle açıklamaya çalışayım: Pamukkale travertenlerindeki havuzlara girmeyi pek çoğumuz arzu ederiz değil mi? Hem de güçlü bir şekilde. İşte Mihalıççık’ın Gürleyik köyündeki ırmak da sizde aynı güçlü, kendinizi suların içine bırakma arzusunu uyandıracaktır.

Gürleyik’te tabii ki masmavi gökyüzünün altındaki o bembeyaz ipeksi travertenler yok. Aksine yoğun yeşil örtüden dolayı gökyüzünü göremeyebilirsiniz.

Pamukkale’nin o sıcacık sularını da bulamayacaksınız orada. Sular soğuk. Ama ayna gibi berrak. Yüzerken içmek isteyeceksiniz. Balıklar da sizin yanıbaşınızda yüzecek. Hatta onlara dokunabileceksiniz.

Oraya kadar gitmişken hemen yakındaki 1700 senesinden beri aynı aile tarafından işletilmeye devam eden eski değirmene de uğrayın. Tam buğday, çavdar ve arpa unu alın. Değirmenciyi göremezseniz telefonu bir direğin üzerinde yazıyor. Arayınca hemen geliyor.

 ​

​​​DAHA KALİTELİ GÖRÜNTÜ İÇİN SAĞ ALT KÖŞEDEKİ “HD” DÜĞMESİNE TIKLAYINIZ ⬆️

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

4 replies on “Eskişehir’in Issız Köyleri, Sorkun Çömlekleri, Gürleyik Suları”

Eskişehir’in köyleri bisikletçiler için vazgeçilmez rotalarıdır. İnanın, Eskişehir’de gitmedik köy bırakmayan bisikletçi az değildir…

Beğen

Yorum bırakın