Kategoriler
Gezi

Kutlu Cordoba

Granada-Cordoba arasındaki yolculuğumuz ikibuçuk saat kadar sürdü. Yol boyunca nereye bakarsanız bakın zeytin bahçelerinden başka bir şey görmüyorsunuz. Dağlar, tepeler her yer zeytin ağaçlarıyla kaplı. Son derece düzenli taraçalar halinde âdeta sonsuzluğa uzanan zeytinlikler. Bir tane olsun zeytinden farklı bir ağaç türüne rastlayamadık yolculuğumuz süresince. Arazide gördüğümüz küçük boşlukların düzenli sürülmüş hallerinden ve hiç bir yabani bitki örtüsünü barındırmamasından buraların da  yeni zeytin fidanları için hazırlandığını anlıyorsunuz. İspanya’nın dünyadaki en büyük zeytin üreticisi ülke olduğu konusunda başkaca bir kanıta ihtiyaç duymuyorsunuz.

Cordoba, Guadalquivir Nehrinin kıyısına kurulmuş. Bu nehrin ismi de pek çok coğrafi yer ismi gibi arapçadan geliyor: Vadi El-Kebir yani “Büyük Nehir”. Gerçekten İspanya’nın en büyük nehirlerinden biriymiş kıyısında durduğumuz nehir.

PlazaPotro
Plaza del Potro ve tam karşıda konakladığımız apartman.

Nehrin karşı yakasına geçince arabamızı bir süreliğine yol kenarına park ederek hemen yakınlardaki pansiyona doğru yürüyoruz. Kalacağımız daire Cordoba’nın en sembolik meydanlarından biri olan Plaza del Potro’da, diğer bir deyişle “Tay Meydanında” bulunuyor. 13. yüzyıldan beri mevcut bir meydan burası. Meydan, ismini kaldığımız apartmanın hemen önünde bulunan çeşmeden alıyor. Daha doğrusu çeşmenin ortasında yükselen şaha kalkmış “tay” heykelinden.

Meydanın sağında, sonradan bir resim müzesi olduğunu öğrendiğimiz bir yapı bulunuyor. Tarihi yapının önünden geçerken duvarında seramikten yapılmış bir pano ve üzerinde İspanyolca yazılar görüyorum. Yabancı sözcükler arasında “Cervantes” ismi dikkatimi çekiyor. Don Kişot’un yazarı meşhur Cervantes!

Plaza_del_Potro
Fuenta del Potro (Tay Çeşmesi) ve Don Kişot yazarı Cervantes onuruna konulmuş levha.

Orta yaşlı bir İspanyol yüzünde ciddi bir ifadeyle kayıt işlemlerimizi yapıyor. Dayanamayıp levhanın Cervantes’le ilgisini soruyorum. Adamın yüzü birden aydınlanıyor; bir gülümseme yayılıyor az önce bana aşırı ciddi gelen yüzüne. Cervantes’e ilgim onu mutlu ediyor besbelli. Hevesle anlatıyor: Cervantes’in ailesi aslında Cordobalıdır diyor. Don Kişot romanının bir yerinde, Cervantes, bulunduğumuz meydana, yani Plaza del Potro’ya atıfta bulunmuş. O levha da bu vesileyle büyük yazarı anmak için konmuş. Cordoba bizi güzel karşılıyor!

Don Kişot’u, dolayısıyla Cervantes’i hepimiz biliriz. Ancak, onun İnebahtı Deniz Savaşında (1571) bize karşı savaştığını ve ciddi bir şekilde yaralandığını, bu savaşta değil ama daha sonra Akdeniz’de yolculuk ederken Türk denizcilerine esir düştüğünü ve uzunca bir süre esaret hayatı yaşadığını pek fazla bilenimiz yoktur. Araştırınca Cervantes’in İnebahtı Savaşına katılma sebebini de öğrendim.

1569 yılında Madrid’de bir yaralama olayı nedeniyle Cervantes hakkında sağ elinin kesilmesi ve 10 yıl sürgün cezası verilmiş. Bunun üzerine yazarımız İtalya’ya kaçmış. 1570 yılında II. Selim’in Kıbrıs’ı fethetmesi üzerine Papa V. Pius Osmanlılara karşı sefer çağrısında bulunmuş. Bu çağrıya yalnızca Venedik ve İspanya uymuş. İtalya’da bulunan Cervantes de İspanyol donanmasına katılmış. 7 Ekim 1571’de yapılan İnebahtı Deniz Savaşında kahramanca mücadele eden Cervantes bir top güllesiyle sol elini kaybetmiş!

Sokollu’nun İnebahtı yenilgisi üzerine söylediği sözler de meşhurdur. Hani şu, “siz İnebahtı’da bizi yenmekle sakalımızı traş ettiniz ama biz Kıbrıs’ı almakla sizin kolunuzu kestik” sözü. Lise tarih derslerinde bize öğretilen İnebahtı Savaşının el-kol kesmekle bu kadar ilgili olduğunu bilmiyordum doğrusu!

Dairemize yerleştikten sonra buraya geliş sebebimiz olan Kurtuba Ulu Camiini görmek üzere yürüyüşe çıktık.

10. yüzyılda Endülüs Emevilerinin başkenti olan Kurtuba, zenginlik ve uygarlık düzeyi açısından Doğu’nun ve Batı’nın rakipsiz bir şehriymiş. Bir yazar o dönemin Kurtuba’sı hakkında şunları yazmış:

113 000 hanede yarım milyon insan yaşıyordu. 700 cami ve 300 umumi hamam şehrin her yanına ve civardaki yirmibir semte yayılmıştı. Caddeler kaldırım taşı döşeliydi ve aydınlatılmıştı… Kitapevleri ve yetmişden fazla kütüphane bulunuyordu.

hammam_al_andalus_cordoba_4Cordoba’nın bakımlı sokaklarında yürürken burnumuza tanıdık bir koku geliyor. Hamam kokusu. Eskişehir’den aşina olduğumuz, saf temizliği çağrıştıran o bildik hamam kokusu! Bu davete kayıtsız kalamıyoruz. Hamamın girişi, Endülüse özgü kemerleriyle 1001 gece masallarını anımsatan egzotik bir güzelliğe sahip. Mustafa’yla birbirimize bakışıyoruz. “Baba, buraya tekrar gelelim” diyor. Cordoba’da bunun gibi bir kaç hamam daha varmış. Alcazaba yakınlarındaki saray hamamı da bir ören yeri olarak ziyaret edilebiliyor.

Avrupa’da yolda yürürken “mescit ne tarafta?” sorusunun yadırganmayacağı tek yer herhalde Cordoba’dır. Kime sorsanız size mescidin ne tarafta olduğunu gösterir. Katolikler ulu camiyi bir katedrale dönüştürmüşler ama ismi bugünlere kadar gelebilmiş. İspanyollar ulu camiye “Mezquita” demeyi, daha doğrusu ironik bir biçimde “Mezquita-Catedral”, yani Cami-Katedral demeyi sürdürmüşler. Gerçi bir ara kilise yönetimi katedralin resmi web sitesinden “Mezquita” ibaresini çıkarmış. Ancak gelen tepkiler üzerine geri adım atmış. Yön levhalarında “Mezquita-Catedral” ismi kullanılıyor.

Kısa bir yürüyüşten sonra Kurtuba Camiine ulaşıyoruz. Ulu Camii tüm görkemiyle karşımızda duruyor. Evet, İspanyollar Kurtuba Ulu Camiini yıkmamışlar. Bunu yapsalardı, yani Ulu Camiyi yerle bir etselerdi şaşırtıcı olmazdı. Yıkmamalarının bu kutlu mabede duydukları saygıdan kaynaklandığını düşünmek fazlaca bir iyimserlik gibi geliyor bana. Ben yıkmamalarının sebebinin mabedin olağanüstü boyutlarından kaynaklanmış olabileceğini düşünüyorum. Ulu Caminin boyutlarıyla ilgili rakamlar onun muazzam büyüklüğünü zihninizde canlandırmaya yetmez. Gözünüzle görmeniz gerekir! Katolikler muhtemelen camiyi yıkmayı akıllarından geçirmişlerdir; kendi aralarında bunu tartışmış olmaları da olasılık dahilinde. Ancak, yıktıktan sonra bugünün ölçüleriyle de çok büyük bir sorun oluşturacak enkazı nasıl ortadan kaldıracaklarını bilememiş olabilirler.

Yıkmak yerine, caminin karnını yarmayı tercih etmişler! Caminin tam merkezine bir katedral inşa etmişler. Ulu Camiye yukarıdan bakıldığında -Google Earth’den bakacaksınız tabii ki-  haç şeklinde kazınmış katedrali görebiliyorsunuz. Tam bir vandallık örneği! Belki de dünya tarihinde halâ tanık olmaya devam ettiğimiz en büyük vandallık. Ruhunda vandallık olanlar ellerindeki kesici aletlerle nesnelerin üzerini acımasızca şöyle       (➕) bir kazırlar ya onun gibi.

Buna rağmen cami içindeki katedral yine de küçük kalmış! O muazzam yapıdan içeri girdiğinizde katedrali fark edemiyorsunuz. Basbayağı aramanız gerekiyor. Katedral cami içinde adeta kaybolmuş. Şöyle de düşünebilirsiniz: İslam hıristiyanlığı kuşatmış, onu içinde eritmiş.

Katedral 16. yüzyılda daha önce sözünü ettiğimiz V. Carlos’un emriyle yapılmış. Hani şu Elhamra Sarayının bir bölümünü yıktırıp kendine saray yaptıran Carlos. Ancak, denildiğine göre sonradan kendisi de yaptığından pişman olmuş. Hatta “dünyada eşi benzeri olmayan böyle bir yapıya bu yapılmamalıydı” demiş. Sonradan aklı başına gelmiş demek ki!

Mabed içinde dolaşırken Ayasofya aklınıza geliyor. Ayasofya biliyorsunuz müze statüsünde. Ancak, Mezquita-Catedral bir müze değil. Cordoba diyakozluğunun idaresinde bir kilise. İçine girmek için Ayasofya’da olduğu gibi bilet almanız gerekiyor. İkisinde de müslümanların ibadet etmesi yasak. Kapıdaki görevliler müslüman olduğunuzu anlarlarsa dua etmemeniz gerektiği konusunda açıkça uyarıyorlar sizi. Müslüman ülkelerden gelen tur şirketlerini lisanslarını iptal etmekle tehdit edebiliyorlar! Ancak, mâbedde hristiyanlar ibadet edebiliyorlar, ayin düzenleyebiliyorlar!

“Guardian” gazetesinin haberlerinden öğrendiğimize göre, yakın zamanlarda mâbedin statüsü Cordoba’nın yerel yöneticileriyle kilise örgütü arasında problem olmuş. 2006 yılında Cordoba diyakozu €30 ödeyerek cami-katedralin mülkiyetini kilise üzerine tescil ettirmiş. Yerel yöneticiler buna itiraz etmişler. Cordoba Şehir Konseyi bir rapor hazırlayarak, UNESCO tarafından “evrensel düzeyde istisnai bir değeri olması” nedeniyle Dünya mirası listesine alınmış böyle bir yapının kilise ya da bir başka kurum tarafından sahiplenilemeyeceğini ileri sürmüş. Kilise buna bir cevap vermemiş. Sivil toplum kuruluşları imza kampanyaları başlatmışlar. Görüldüğü kadarıyla mabed fiilen kilisenin yönetiminde olmakla birlikte sorun henüz çözümlenememiş olarak duruyor.

Elhamra Sarayı gibi Cordoba Camii de İspanyol ekonomisine ciddi boyutta bir katkı sağlıyor. 2014 yılında 1,5 milyon insan ziyaret etmiş Ulu Camiyi. Diğer bir deyişle, Endülüs müslümanlarına varolma hakkı tanımayan İspanya onların nimetlerinden yararlanmaya devam ediyor!

Son söz olarak şunu söyleyebiliriz: Avrupa Rönesansının köklerini anlamak ya da İslâm Uygarlığının evrensel boyutu hakkında bir fikir edinmek istiyorsanız gideceğiniz yerlerden biri Endülüstür. Avrupa’nın heryerini görmek isteyebilirsiniz doğal olarak, ancak bütçe ya da zaman kısıtları nedeniyle bir öncelik listesi yapacaksanız bence ilk sıraya Endülüsü koymalısınız.

 

 

Bu slayt gösterisi için JavaScript gerekir.

 

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

2 replies on “Kutlu Cordoba”

Yorum bırakın