Kategoriler
Üniversite

Hîle-i Akademiyye

Bu yazının başlığı şöyle olabilirdi: “Yükseköğretim Sisteminde Rol Alan Aktörlerin Davranışsal Sorunlarına Bilim Etiği Ve ‘İnsan Olan Bunu Yapar mı’ Bağlamında Bir Yaklaşım Denemesi: Türkiye, İtalya ve Moritanya İçin Karşılaştırmalı Bir Analiz”.

Tabii başlığı böyle olan bir makaleyi ben burada yayınlamaz, hakemli bir dergiye gönderirdim. Emin olun yayınlanırdı. Karşılığında akademik puan ve para alırdım. Parayı yayıncı değil Devlet öderdi. İstersem İngilizce, biraz zorlanarak İtalyanca veya İspanyolca dillerinde dahi yazardım. Google Translate ne güne duruyor! O zaman daha çok puan, daha çok para alırdım.

Böyle yapabilirdim ama yapmadım. Çünkü bunu yapsaydım siz okuyamazdınız. Daha doğrusu hiç kimse okumazdı! Muhtemelen -dürüst hakemleri tenzih ederim- derginin hakemleri bile okumazdı. Faydasız bir iş olurdu yani!

“Hîle-i şeriyye” kavramını duymuşsunuzdur. Kanuna ya da hukuka karşı hile anlamında kullanılır. Hukukun yasakladığı bir sonucu, kanunun izin verdiği işlemlerle ya da bir kaçamak noktası bularak elde etmeye yönelik kötü niyetli davranışlara denir. Halk, yasaların arkasından dolanmak der.

“Hîle-i akademiyye” kavramını ise daha önce duyduğunuzu sanmıyorum. Çünkü az önce ben uydurdum. Yukarıdaki kavramdan esinlendiğimi de kabul ediyorum. Bilim camiasına hayırlar getirmesini dilerim.

İleride daha da geliştirileceğini umarak bu yeni kavram üzerine bir tanımlama denemesi yapmak istiyorum. Malum, bilim demek kavramsallaştırma demektir bir yönüyle. Hiç de göründüğü kadar kolay bir iş değildir.  Eskilerin deyişiyle “târif efrâdını câmi ağyârını mâni olmalıdır.” Tekrarlamaya uğraşmayın, diliniz dönmez! Tanım gerekli bütün unsurları içermeli, lüzumsuz olanları ise dışarıda bırakmalıdır demek isteniyor. Hayatında bir şeyi tanımlama girişiminde bulunmamış olanlara bunun zorluğunu anlatmak, dediğimiz gibi hiç de kolay bir iş değildir. Bilim cesaret ister. Emek ister. Bir parça da cür’et ister.

Cür’etimi bağışlamanızı dileyerek müsaadenizle bu zorlu işe girişiyorum.

Ama girişmeden önce günümüz Türkçesine  uygun olarak “akademinin hileleri” demek yerine neden Osmanlıca bir tamlamayı tercih ettiğimi açıklamalıyım.

Bunun bazı önemli sebepleri var!

Kulağa hoş geliyor bir.

Oturaklı, tumturaklı, ciddiyet ve ağırlık içeren, kendini hemen ele vermeyen, ontolojik, epistemolojik ve etik çağrışımlarla yüklü bir ifade tarzı. Bu da iki, hatta üç, dört, beş….

En önemli sebebi en sona sakladım. Sıkı durun!

Sizin de dikkatinizi çekmiştir. Esnafımız dükkanına isim seçerken Osmanlıca tamlamaları kullanmayı seviyor. Ortalık Zevk-ü Safa Sofralarından, Lezzet-i Şahane Lokantalarından, Telve-i Kahvelerden, Şehr-i Sevdalardan geçilmiyor. Bir de Nusret’in etkisiyle sonu etle biten (Fikr-et, Serv-et, Nedr-et gibi) kasap dükkanları ya da et lokantaları var ama onun konumuzla alâkası yok. Sadece bir tespit olsun diye buraya not ettim.

Tekrar konumuza dönersek; madem esnafımızın Osmanlıca tamlamalara genel bir eğilimi var, biz de sonuçta bir meslek erbabı olarak bunun dışında kalmamalıyız derim. Onlar dükkanlarına tabela olarak assınlar o isimleri, biz de yazılarımızın başına koyalım tamlamaları. Oldu mu!?

İmlâ, yani kavramın doğru yazılışı nasıl olmalıdır konusuna girmek istemiyorum. Özellikle “akademiyye” sözcüğü tek “y” ile mi yoksa çift “y” ile mi yazılmalıydı tartışması, Cemal Süreya örneğinden yakinen bildiğimiz gibi işin esasından uzaklaşmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Dil-bilimci meslektaşlarımız isterlerse bu konuyu kendi aralarında tartışabilirler.

İmlâ tali bir mesele olabilir. Lâkin, “hile-i akademiyye” kavramı bir oksimoron mudur yoksa bir paradoks mudur sorunsalı önemlidir.

Oksimoron, karşıt anlama sahip sözcüklerin, yani normalde bir araya gelmesi düşünülemeyecek kavramların birlikte ifade edilmesidir. Örneğin; zorunlu bağış, ateist imam, yaşayan ölü, kalıtsal kısırlık, sahte bilim gibi. Moronluğun dışa vurumu olarak düşünmeyin lütfen. Tam tersine oksimoronları üretenler çoğunlukla yetkin edebiyatçılar, özellikle de şairlerdir.

Şimdi düşününce “hile-i akademiyye” ifadesi bir oksimoron gibi geliyor bana. Size de öyle geliyor mu?

Hile dediğimiz yalan, dolan, aldatmaca, tertip, düzen demektir. Fazla söze gerek yok bildiğimiz hile-hurda işte!

Halbuki “akademi” dediğimizde kökleri Platon’a kadar uzanan bir ilim-irfan yuvası canlanır gözümüzde. Yüksek düzeyde düşünme, yüksek idealler, yaratıcılık, doğruluk, gerçeklik sevgisi ve tutkusu gibi tümüyle olumlu anlamlar içeren kavramlar gelir akla. Ya da Paris’teki Fransız Akademisi (Académie Française), ABD’deki Sinema Sanat ve Bilimleri Akademisi (Oscarları veren), Londra’daki Kraliyet Sanat Akademisi gibi saygın  kurumları anımsarız. Kendimize ait olanları bilmediğimiz için onlar pek aklımıza gelmez. Olsun, bir gün onları da öğreniriz!

Bir yönüyle “hile-i akademiyye” paradoksal bir durumu da ifade eder. Paradoks dediğimiz anlamsal bir karşıtlıktır. Hile varsa orda akademi yoktur, akademinin olduğu yerde de hile olmaz gibi.

Uzatmayalım. İster oksimoron diyelim ister paradoks sonuçta hile ile akademinin bir arada bulunmaması gerekir.

Ama bulunuyor. Akademi hile yapıyor. Geçmişte yaptı, günümüzde de hile yapmaya devam ediyor. Hem kurumsal olarak, hem de bireysel olarak. Tıpkı sahte bal, sahte peynir üreten esnaf gibi; malzemeden çalan müteahhit gibi.

Diğer meslek gruplarında hangi oranda hile varsa üniversite çevrelerinde de durum aşağı yukarı aynıdır.

Esnafın, imalatçının, müteahhitin, turizmcinin, doktorun hileleri nasıl çeşit çeşitse erbab-ı akademiyyenin de öyledir. Önemlisi vardır, önemsizi vardır. Küçüğü vardır, büyüğü vardır. İyiniyetle yapılanı, kötü niyetle yapılanı vardır. Sorun şu ki esnaf için bir dereceye kadar tolere edilebilecek hileli davranışlar, akademi söz konusu olduğunda kesinlikle alçaltıcı bir şey olarak kabul edilmeli, görüldüğü yerde ezilmelidir. Tehlikeli bir virüs muamelesi yapılmalıdır hilenin her türlüsüne. Çünkü, virüs gibi bulaşıcıdır. Önlem alınmazsa şekilde görüldüğü gibi hızla yayılır.

Siz şimdi örnek de istersiniz. Verelim. Aslında akademinin hileleri o kadar sıradanlaştı ki artık vakayi adiyyeden sayılıyor. Meslek sırlarını ifşa ediyorum diye kimsenin bana kızıp darılmayacağını umuyorum.

Bir tanesini zaten herkes öğrendi artık. “Kim Milyoner Olmak İster” sorusu olarak sorulsa yarışmacı joker kullanmadan yanıtlar. Osmanlıcaya meraklı pazarcı esnafımıza sorsanız “Tamam şimdi buldum: İntihal, intihal” der.

İntihal ya da akademik hırsızlık aslında bir hile değildir. İntihal bir cürümdür. Kağıt üstünde düşünebileceğiniz en ağır cezayla cezalandırılmıştır. Ama kağıt üstünde! Bu yüzden intihali de adi hileler arasına sokabiliriz artık.

Giderek yaygınlaşan bir diğer hile de tez danışmanlığının devredilmesidir. Yakında “Danışmandan Hazır Bitmiş Yüksek Lisans Tezi” ilanlarına rastlayabilirsiniz sahibinden nokta com sitelerinde! Yok daha neler demeyin. Bilindiği üzere (aslında nerden bileceksiniz ağzımız alışmış böyle demeye) sevgili YÖK’ümüz doktora tez danışmanı olarak atanabilmek için daha önce en az bir yüksek lisans tezini yönetmiş ve başarıyla tamamlatmış olma şartını getirmiştir. Son derece yerinde bir kural. “Önce bir yüksek lisans tezi yönet, sonra doktora tezi de yönetirsin güzel kardeşim” demek isteniyor lisan-ı yönetmelikle. İyi de bilim yapma aşkıyla yanıp tutuşan, birikimini bir an önce genç bilim insanlarına aktarmak isteyen sabırsız (!) akademisyenlerimiz ne yapsınlar? Kolayı var! Bitmek üzere olan, hatta bitmiş olan, hatta hatta savunmaya girip düzeltme verilmiş olan bir yüksek lisans tezinin danışmanından rica edersiniz, o da mesleki dayanışmanın bir gereği olarak danışmanlıktan istifa eder, yerine siz atanırsınız. Böylece nur topu gibi bir yüksek lisans teziniz olur. Ondan sonra birbirinden değerli doktora tezlerini yönetme ve bilime katkı sunma yolları sizin için ardına kadar açılır! Kariyer basamaklarını hızla tırmanırsınız.

Çok yazarlı makale diye bir şey var. Bir makalenin yazarı olarak birden fazla yani iki, üç, hatta dört yazar gösteriliyor. Eskiden sosyal bilimler alanında fazla görülen bir durum değildi. Son zamanlarda acayip yaygınlaştı. Bakıyorsunuz makaleye, aslında bir kişinin rahatlıkla yazabileceği türden bir şey. Ama adeta bir yazar ordusu tarafından kaleme alınmış. Hangi yazarın ne türden bir katkı yapmış olabileceğini belirlemek imkansız. Konu disiplinler arası bir konu değil. Yazarlar da zaten aynı bilim alanından. Peki neden aslında bir kişi tarafından yazılmış bir yazının altına başkaları da imza atar? Ya da bir yazar yazdığı bir yazıyı neden diğerleriyle paylaşır? Bunda hile hurda aramayın. Bazı akademisyenlerimizin cömertliğindendir bütün bunlar. Ayrıca, mesleki dayanışma diye bir şey var!

Örnekleri uzatmaya gerek yok. Sorun ciddidir. Bu sorunu hukuki düzenlemelerle, yani yasalarla yönetmeliklerle çözemezsiniz. Daha önce yazmıştım: Sistemimiz maalesef hileli davranışları teşvik etmektedir. Sistemimizi iyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü teşvik eder hale getirmeliyiz. Diyeceksiniz ki söylemesi kolay. Ben de derim ki salt zor diye bir amaçtan vazgeçilmez. Kitap, makale, tez yazmak çok mu kolay? İnsanlar bunun zorluklarını bildikleri için “hocam, hocam” diye bize saygı gösteriyorlar. Ayrıca, bu hayatta, sahte hayatları kastetmiyorum, gerçek hayatta zor olmayan ne var?

Bu sorunla başa çıkmanın bir başka zorluğunu da söyleyeyim size. Uzun zamandır kişisel olarak  gözlediğim bir hususun bilmem nerede yapılmış bir bilimsel araştırmayla doğrulandığını öğrendim geçenlerde. İnsanlar ahlak kurallarını çiğnedikten sonra, suçluluk duymak şöyle dursun, duygusal anlamda pozitif hissetmeye başlamışlar. Bu yeni bir şey diyor araştırmacılar. Hilenin, araştırma örnekleminin ortalamasında dürüst katılımcılarda görülmeyen bir coşkuya neden olduğu saptanmış. İnsanların hile yaptıktan sonra kendilerini daha mutlu hissetmeleri gerçeği son derece rahatsız edici bir tespit. Çünkü, olumsuz davranışın pekiştirilmesi anlamına geliyor bu durum. Dolayısıyla, bu davranışların devam edeceği düşünülüyor. Çözüm olarak hile yapanın yaşadığı tatmin duygusunu azaltacak şeyler yapılması öneriliyor.

Yazıma burada son verirken tezleri için konu arayışı içinde bulunan genç akademisyenlerimize en başta düşündüğüm başlığı bir tez konusu olarak önerebilirim. Ne demiştik:

“Yükseköğretim Sisteminde Rol Alan Aktörlerin Davranışsal Sorunlarına Bilim Etiği Ve ‘İnsan Olan Bunu Yapar mı’ Bağlamında Bir Yaklaşım Denemesi: Türkiye, İtalya ve Moritanya İçin Karşılaştırmalı Bir Analiz”.

Konuyu verdik yöntemini de verelim tam olsun! “Nitel araştırma yöntemi” böyle bir araştırma için biçilmiş kaftan. Nitelikli bir danışmanın tezi yönetmesi şartıyla. Atalarımız şöyle buyurmuşlar: Nitel araştırma niteliksiz danışmanların işi değildir!

Bu yazı ilginizi çektiyse popüler bilim dergisi sarkac.org‘da yayınlanan ve sorunu bilimsel bir yaklaşımla irdeleyen şu makale de ilginizi çekebilir:

Yaşar Tonta ve Umut Al (15 Mart 2022). Üniversitelerde rant kollama, sarkac.org.

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

11 replies on “Hîle-i Akademiyye”

Emeğine, kalemine sağlık. Usta elinden çıkmış, hoş bir üslupla yazılmış, güzel bir kara mizah örneği.. Düşündürücü ve iğneleyici.. Tebrik eder, devamını dilerim. Keyifle okudum. Sevgiler..

iPad’imden gönderildi

Liked by 1 kişi

“Hukukun yasakladığı bir sonucu, kanunun izin verdiği işlemlerle ya da bir kaçamak noktası bularak elde etmeye yönelik kötü niyetli davranışlara denir.”

Her anımızı yoran bu yaklaşımı vurguladığınız için teşekkürler

Liked by 1 kişi

Recai bey, elinize ve dilinize sağlık, ülkemiz üniversitelerinin akademik insan kaynaklarının daha sağlıklı denetlenmesi dileğiyle…

Üniversitelerde 2014 Yılından Önce İşlenen İntihal Suçlarıyla İlgili
Disiplin Soruşturması ve Cezalandırma Sistemi*
Dr. Mustafa Yaşar DEMİRCİOĞLU
2014/4 Ankara Barosu Dergisi 329

İntihal; “Bir başkasının bilimsel eserinin veya çalışmasının tümünü veya bir kısmını kaynak belirtmeden kendi eseri gibi göstermek” olarak tanımlanmaktadır.

Bu fiil; Yükseköğretim disiplin yönetmeliğinde, “üniversite öğretim mesleğinden çıkarma” cezası ile cezalandırılmakta iken Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından, 20.09.2012 tarihinde; “Kanunlarda bu şekilde bir ceza olmadığı” gerekçesi ile iptal edilmiştir. İptal kararından sonra intihal fiili ile ilgili cezai müeyyide ancak 29.01.2014 tarihli Yönetmelik değişikliği ile düzenleme altına alınmış ve bu fiilin cezası; “kamu görevinden çıkarma” olarak düzenlenmiştir.

Ancak Danıştay’ın Yönetmelikteki intihal ile ilgili düzenlemeyi iptal ettiği 20.09.2012 tarihi ile yeni Yönetmelik hükmünün yürürlüğe girdiği 29.01.2014 tarihi arasındaki fiiller, kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi gereği müeyyidesiz kalmıştır.

Liked by 1 kişi

“Para merkezli bir sistemin anaforik yapısında savrulan bireylerin homo academicus’tan homo fluens’e doğru akışkanlaşması sürecinde nomosun amorflaşması: Strateji ve taktik açısından teşvik ve dayanışma sistemlerinin sui emsal olarak yapılandırılması üzerine bir deneme”
Hocam, “büyük çaresizliğimiz” hakkında düşünmeye teşvik ettiğiniz için teşekkür ederim. Hürmetlerimle…

Liked by 1 kişi

Ah akademi vah akademi… Yürekler acısı… Ya derslerimiz ya öğretim süreçleri ölçme değerlendirmelerimiz… Güzel bir yazım biçemi, donanım ve cesaretli kalem birleşmiş… Tanrı Üniversiteyi Korusun! 🙂 Çok teşekkürler…

Liked by 1 kişi

Hocam emeğinize ve kaleminize sağlık. Hocam şunu da belirtmek isterim ki; Sizin akademik hilelere ya da sizin tabirinizle “Hîle-i Akademiyye”ye karşı durduğunuza bizzat şahit olduğumu söylemek istiyorum.

Beğen

Yorum bırakın