Kategoriler
Üniversite Şehir

Bir Kitâbenin Çağrıştırdıkları

İstanbul Üniversitesinde öğrenciyken, Beyazıt Meydanındaki o görkemli kapı farklı bir heyecan uyandırırdı genç ruhlarımızda! Önemli bir yere girdiğimiz hissini duyumsardık, anıtsal kapının Endülüsü çağrıştıran at nalı kemerlerinin altından geçerken. Aynı zamanda egzotik bir yere giriyormuşuz gibi gelirdi bize. Bunda oryantalist mimari üslûbun yanı sıra, kapının ardında uzanan iki yanı ulu çınarlarla kaplı yolun da bir etkisi vardı kuşkusuz. Bir kaç adımla ulaştığımız o geniş avludan Beyazıt Meydanının tedirgin edici kargaşası ve gürültüsünden sonra insana iyi gelen bir sükûnet havası, bir huzur duygusu yayılırdı.

Kapının üzerinde güzel bir hatla “Daire-i Umûr-ı Askeriye” (Genel Kurmay Başkanlığı) yazdığını sonradan öğrendik. Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan bir kanunla bütün kamu binalarındaki eski (!) yazıyla yazılmış levhaların ve kitâbelerin kaldırılmasının emredildiğini de sonradan öğrendik. İstanbul Üniversitesinin anıtsal kapısındaki o güzelim levhaları yok olmaktan kurtaranın kim olduğunu ise bu yazıyı yazarken öğrendim. Talim ve Terbiyede İnkılâp, Pedagojide İhtilal gibi iddialı kitaplar yazmış bu zat, bir zamanlar itibar gören bir bilim adamıyken, 1933 üniversite reformuyla gözden düşen, Darülfünun Rektörü İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu idi. Kendisi de bir hattat olduğu için sanatsal değerini çok iyi takdir ettiği yazıları, üzerlerini mermerle örterek muhafaza altına almayı başarmıştı. Biz öğrenciyken hat levhalarını örten mermer bloklar çoktan kaldırılmıştı. 1949 yılında Süheyl Ünver’in yazdığı bir mektup üzerine zamanın rektörü Sıddık Sami Onar’ın kararıyla açılmış o yazılar. Buna karşılık, 27 Mayıs İhtilalinin önemli şahsiyetlerinden biri olan Rektör, kapının alnında bulunan mermer madalyonu örten T.C rumuzunu ise kaldırmamış. Öğrenciliğimiz sırasında Sultan Abdülaziz’in tuğrasını kapatan söz konusu mermer halâ mevcuttu. Esrarengiz bir şeyden bahsediliyormuşcasına T.C harflerinin altında bir tuğranın bulunduğu konuşulurdu öğrenciler arasında.

Anadolu Üniversitesinde göreve başladıktan sonra bir başka kapının altından geçer olduk her gün. Bu kapı da çok büyüktü. Daha doğrusu iriyarı bir kapıydı. Betondandı tabii. İstanbul Üniversitesinin, üzerinde yazdığı gibi gerçekten “askeri” olan kapısı öyle bir duygu uyandırmazken, Yunus Emre’nin isminin yazılı olduğu bu kapı askeri kışlaların nizamiye kapılarını hatırlatırdı bana! Bazen Beyazıt Meydanındaki kapının betondan bir soyutlaması olduğunu düşünürdüm kendine göre bir geçmişi ve hatıraları olan bu kapının.

Bizim kapının üzerinde “kitâbe” diye niteleyebileceğimiz bir yazıt ise yoktur haliyle. Kitâbemiz biraz daha yukarıda, yokuşun bittiği düzlükte inşa edilmiş şimdiki Hukuk Fakültesinin giriş holündedir.

Akademinin kampüsteki bu ilk binasına bir de isim konuldu sonradan: Prof. Dr. Orhan Oğuz Eğitim Tesisi! Dinlenme tesislerini, spor tesislerini çağrıştıran ilginç bir isimlendirme! İlk gördüğümde elimde olmadan gülümsemekle birlikte, bu gereksiz isimlendirmenin arka planında bir küçümseme, en azından bir hafife alma var mıdır diye zaman zaman düşünmüşümdür. Zamana dayanıklı küçük bir plaketle kampüsün Orhan Oğuz tarafından inşa edilen ilk binası olduğunu vurgulamak daha doğru olurdu sanki!

Ben bu binayı her zaman sevmişimdir! 60’lı yıllar mimarisinin güzel örneklerindendir bence. İki katlı, uzun bir cepheye sahip, insanı yormayan bir yapıdır.

Türkan S. Rador’un Boğaziçi panoraması.

Kapıdan girince, hemen soldaki duvarda Bedri Rahmi atölyesinde yetişmiş Türkân Sılay Rador imzalı bir mozaik pano bulunur. Aynı sanatçının bir de, güzelliğini halâ muhafaza eden bir Boğaziçi panoraması vardır üst katta. 70’li yılların atmosferini yansıtan bu eserler bina ile hoş bir uyum içindedirler.

Üst kata genişçe bir sahanlığı bulunan aydınlık bir merdivenle çıkılır. Kampüste bulunduğu yere yakışan, mimari açıdan özen gösterilmiş iki merdivenden biridir bu merdiven. Rektörlüğün ofis katına çıkan merdivenler de fena değildir. Ancak, Hukuk Fakültesinin merdivenlerinin bir üslûbu vardır bana göre.

İşte bu merdivenden yukarı çıkarken Marmara mermerinden yapılmış büyükçe bir “kitâbe” ya da “yazıt” -nasıl isimlendireceğiniz size kalmış- karşılar sizi. Bir sanatkâr işinden ziyade bir zanâatkârın elinden çıktığını hemen anlarsınız. Mermerin bulutsu fonunun üzerinde ortalama bir kaligrafiyle yazılmış, istifine fazlaca özen gösterilmemiş bir isimler listesi görürsünüz.

İsimleri gördükten sonra kitâbenin sanatsal değeri üzerinde durmayı bir kenara bırakır, isimlere odaklanırsınız. Çünkü, bu isimlerden bazıları sadece Eskişehir’in değil ülkemizin yakın dönem akademik tarihi bakımından da önemli isimlerdir. Bazı isimler de hiç kuşkusuz Anadolu Üniversitesinin ve Eskişehir’in tarihi bakımından önemlidir. Kimileri de üniversiteden pek çok arkadaşım gibi benim de hocalığımı yapmış ya da şahsen tanışıklığımız ve ortak anılarımız dolayısıyla, moda deyişle kişisel tarihimiz bakımından önemlidirler. Bu yüzden Anadolu Üniversitesinin hiçbir üyesi bu kitâbeye kayıtsız kalamaz. İster önünde durup uzun uzun bakalım, isterse günlük koşuşturma içinde göz ucuyla anlık bir temas kuralım, bir flashback etkisi yaşarız. Zihinlerimizde çakan şimşeğin ışığında bulunduğumuz andan gerilere giderek kendimizi bir iç konuşmaya dalmış halde buluruz.

Mermerin sağ alt köşesindeki 1968 tarihinden kitâbenin Akademinin kuruluşunun 10. yılı anısına yaptırıldığını anlarız. En üstte Akademi Reisi Prof. Dr. Orhan Oğuz hocamızın ismi yazılıdır. Orhan Hoca, İİBF Dekanlığımın ilk yıllarında zaman zaman fakülteye uğrar; kuruluş dönemine ilişkin anektodlar anlatırdı. O günlerin koşullarını ve yaşananları birinci elden dinlemek bana ilginç gelirdi. Meraklı sorularım onu daha fazla konuşmaya sevkederdi. Sohbetlerimiz Üniversiteyle sınırlı kalmazdı. Celal Bayar’la yazlık komşuluğu dolayısıyla aralarında yaptığı konuşmalar sırasında Bayar’ın kendisine anlattıklarından da söz ederdi. Kitaplara geçmemiş ya da söylenti düzeyinde kalmış konulardan bahsederdi. Ben heyecanla “Hocam, bunları yazmalısınız!” dediğimde, yüzünde anlamlı, ima dolu bir tebessüm oluşur “bazı şeylerin mezara gitmesi daha iyi olur” derdi!

Kitabede dikkat çeken bir diğer isim hiç kuşkusuz Yılmaz (Büyükerşen) Hoca’nın ismidir. Hoca’nın o yıllarda henüz asistan oluşu genç arkadaşlarımıza enteresan gelirdi. “Vay canına Yılmaz Hoca da asistanmış bir zamanlar!” cümlesi dökülürdü şaşkınlıkla ağızlarından. “Anlı-şanlı” Aykut Hocalarının, Sabri Hocalarının, İnal Hocalarının, Ferruh Hocalarının bir zamanlar kendileri gibi asistan olduklarını mermere kazınmış bir belge üzerinden anımsamak bin türlü kaygı içindeki ruhlarını bir an için iyimserlikle doldururdu sanırım.

60’lı yıllarda Akademiye Eskişehir dışından ders vermeye gelen hocaların isimlerinin de yer alması kitâbeyi daha da ilginç bir hale getirir. Burada her birine değinme imkanımız bulunmadığı için, benim kişisel olarak dikkatimi çeken bir kaç isim üzerinde duracağım.

İlk isim özellikle iktisatçıların yakından bildiğini düşündüğüm fakat genel olarak düşünce tarihimiz bakımından da önemli gördüğüm Sabri Ülgener’dir. Sabri Ülgener, hem Batıyı hem de Doğuyu bilen bir aydınımızdır. Başta “İktisadi Çözülmenin Ahlâk ve Zihniyet Dünyası” isimli eseri olmak üzere pek çok kitabı ve makalesiyle düşünce dünyamıza önemli katkılarda bulunan bu aydınımızın çıkış noktasını “farklı kültürel ortamlarda aynı ekonomik uygulamanın benzer sonuçlar vermemesinin ardında yatan gerçeğin ancak zihniyet araştırmalarıyla ortaya konulabileceği hususu” oluşturmuştur (TDV İslam Ansiklopedisi). Kolaya kaçmayan, akademik titizliğini eserlerine yansıtan Ülgener’in dikkat çekici yönlerinden bir diğeri de Osmanlı iktisadî zihniyet dünyasını yansıtan kayıtları dönemin edebiyat ve sanat ürünlerinde (Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Divan şairlerinin dizeleri gibi) aramasıdır. Eskişehir’deki Akademi öğrencilerinin o yıllarda böyle bir hocadan ders alma şansına sahip olmaları ne büyük bir bahtiyarlık!

Mermer kitâbemize ismi yazılan bir diğer hocamız da Nermin Abadan-Unat’tır. “Renkli” sözcüğü bu müstesna aydınımızı tanımlamada sıradan bir sözcük olmanın ötesine geçemez. Hayatını anlattığı Kum Saatini İzlerken isimli kitabını bir solukta bitirmiştim. Düşünebiliyor musunuz henüz 14 yaşında bir kız çocuğusunuz ve tek kelime Türkçe bilmiyorsunuz; 1935 yılında Budapeşte’den trene biniyorsunuz, önce İstanbul’a oradan akrabalarınızı bulma umuduyla İzmir’e geliyorsunuz. Binbir zorlukla liseyi bitiriyor ve dönemin en seçkin okullarından Mülkiye’ye girmeyi başarıyorsunuz. Nermin Abadan’ın hayatı ancak filmlerde rastlayabileceğimiz türden bir hayat. İlk eşi Eskişehir’li, Kırım göçmeni yoksul bir ailenin oğlu. Değerli bir bilim adamı, aynı zamanda fakülteden hocası Yavuz Abadan. İkinci eşi, ilk ve orta öğretim çağlarımızda kara tahtaya asılan coğrafya haritalarının bir köşesinde yazılı ismiyle belleğimizde yer etmiş olan Faik Reşit Unat’ın oğlu. İlk eşini erken bir tarihte kaybetmesine rağmen onun yüzüğünü ve soyadını taşımaya devam eden, ikinci eşinin soyadını buna ekleyen Nermin Hoca pek çok bilimsel eserinin yanı sıra Türkçemize “kamuoyu” sözcüğünü kazandıran bir kişidir. Sonradan öğrendiğiniz bir dile, sadece akademik camiada değil gündelik hayatta da sıklıkla kullanılan bir sözcük kazandırmak! Siz bu dünyadan göçtükten sonra da sizin keşfettiğiniz bir sözcüğün dillerde telaffuz edilmesi! Ne büyük bir mutluluk!

Daha Osmanlı’nın son sadrazamlarından Mareşal Ahmet İzzet Paşa’nın oğlu, üniversiteye giriş sisteminin ilk kurucusu Haydar Furgaç’tan; hakkında Maliye kürsüsündeki hocalarımızdan ilginç anektodlar dinlediğimiz Feridun Ergin’den; Eskişehir’in yakın geçmişinde iz bırakmış sufi bir kişiliğe sahip Dr. Münir Derman’dan ve diğer kıymetli hocalardan söz etmedik. İsmi o güzel mermer üzerine yazılmış hocalarımızdan geleneğimize uyarak ölmüş olanlara rahmet, hayatta olanlara iyilikler dileyerek bitirelim yazımızı. Umarım şimdi Hukuk Fakültesine hizmet veren bu bina, mermer kitabesi ve içindeki sanat eserleriyle daha çok uzun bir süre hayatta kalmaya devam eder.

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

17 replies on “Bir Kitâbenin Çağrıştırdıkları”

Sayın Hocam
EİTİA olarak okuduğumuz, Anadolu Üniversitesi olarak yıllardır çalışmakta olduğumuz. Üniversitemizin o binası, bizim için eski rektörlük olarak kullanıldığı zamanlarda anıları canlandırdı. O dönemde isimleri olan ve birçoğu sağ olan hocalarımızın büyük bir bölümünü tanımak ve onlardan ders almak şerefine nail olmuştuk. Anılarımızı tazelediniz.

Liked by 1 kişi

Yine keyif aldık, bilgilendik, aklımızın yettiğince düşündük 😏, üstelik hatıralar arasında tatlı bir haz aldık… Teşekkür ederim. Sevdiklerinizle sağlıkla kalın

Liked by 1 kişi

Sayın Hocam
EİTİA mezunu olan babama (77 yaşında) bu yazınızı okuduğumda gözleri buğulandı, geçmişi hatırladı. İnsanların hayatına dokunan değerlerin ön plana çıkarılmasına katkıda bulunduğunuz için size teşekkür ederim. Saygılarımla.

Liked by 1 kişi

Sayın Hocam, asistanlığını büyük gururla yaptığım bugune gelmemde hocam Prof. Dr. Nuri Çalık gibi büyük katkısı olan rahmetli hocam Prof. Dr. Birol Tenekecioğlu’nun ismini görmek beni çok duygulandırdı. Rahmetli hocamın o dönemde bize söylediği söz aklıma geldi bu paylaşımınızla.. “geçmişini bilmeyen geleceğini hayal edemez..” geçmişi hatırlattığınız, muhteşem akademi günlerine bizi döndürdüğünüz için teşekkür ederim.

Liked by 1 kişi

Değerli hocam
Ne güzel yazmışsınız yine:)) Beni 35 yıl öncesine götürdünüz. Kucağımızda özel eğitim alması gereken yavrumuzla ilk girdiğimiz binadır orası…O zaman hepsi birer yabancı olan o adların kimilerini yıllar içinde bu kurumda tanıdım, kimilerinin hikayelerini dinledim ama o bina gibi onlar da aklımda… Ben bu kurumu hep çok sevdim, birgün kapısından bezgin girmedim, sebep olanlardan bu dünyadan göçmüş olanlar nur içinde yatsınlar, hayatta olanlara sağlıklı ömürler…

Liked by 1 kişi

Recai Hocam güzel yazınız için teşekkürler. Tekrar bu kitabeyi görünür kıldığıniz için ayrica çok teşekkür ediyorum.Sevgili Figen kızımın değindiği gibi ve rahmetli Birol Hocamın vurguladığı gibi gecmisimizi unutmamamiz gerekiyor. Dekanlık gorevinizi başarıyla götüreceğinizin ilk kanıtı kapatılan kitabenin yeniden tarafınızdan görünür hale getirilmesidir. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.

Beğen

Değerli Hocam,
Çok güzel bir yazı , güzel anımsatmalar. Beyazıt meydanından üniversiteye giriş ile ilgili cümleleriniz benimde kimi anılarımı canlandırdı. Görkemli kapılar…
Sağolun, var olun

Beğen

Kıymetli Recai Hocam,ben bu kurumda yetişmedim ama Anadolu Üniversiteli olmak benim için gurur kaynağı oldu,olacak.Yazılarınız çok değerli,elinize aklınıza sağlık,teşekkürler.

Beğen

Sayın HOCAM
Soluksuz okuduğum yazılarınıza , bir yenisiyle daha anılarımızı tazelettirdiğiniz için sonsuz teşekkür ederim. Sevgi ve saygılarımla.

Beğen

Sevgili Recai, Zevkle ve derin bir duygu yoğunluğuyla okudum. Kalemine sağlık. Öğrencilik yıllarımın önemli bir kısmının geçtiği bu bina bana hep sıcacık gelmiştir. Üniversitemiz burada filiz verdi. Öğrenciliğimden akademik yaşamımın sonuna kadar çeşitli vesilelerle bu kitabenin önünden geçtiğimde, her seferinde ilk defa görüyormuş gibi durup bakar hocalarımı saygıyla ve sevgiyle anarım. Ne iyi etmişler. Değerlerini bilmek, anılarını yaşatmak hepimizin görevi.. Bu çalışman kurum kültürüne önemli bir katkı sağlıyor. Tebrik ederim.

Beğen

Tebrikler Recai hocam,
Bilgi, bağlam, gözlem ile güzel bir dil. Okuyanı sorumluluk sahibi yapacağı belli.
Bilgehan Uzuner

Beğen

Değerli Öğrencim, Kıymet Meslektaşım
1958 yılında öğrenci olarak girdiğim bu irfan ocağından 2000 yılında ancak çıkabildim.
42 yıl diıe kolay, bu ocakta doğdum, büyüdüm ve yetiştim.
O ocak benim mabedimdi.
Emekli olduktan sonra İstanbul’da 15 yıla yakın kaldığım için Eskişehir’den ve Okulumdan da epey kopmuştum.
Birkaç yıl önce Eskişehire döndüğümde ilk gittiğim yer Fakültem olmuştu. Yıllarca öğrencisi olduğum, öğretim üyesi olduğum, bölüm başkanlığı ve dekanlık yaptığım yerdi orası.
Üzüldüm, çok şeyin değiştiğini, eski birlik ve beraberliğin kalmadığı hissine kapıldım.
Bunun, benim artık yaşlanmadan doğan bir endişeden kaynaklandığını düşündüm.
Bir gün, şimdi Hukuk Fakültesi olan , üniversitenin ilk binasının ikinci katına çıkarken duvarda mermere kazınmış üniversitemizin ilk kadrosunun üstünün örtüldüğünü duydum çok üzüldüm.
Asıl üzüntüm mezunlarımızın bu olay karşısında kayıtsız kalmaları olmuştu. Acaba Boğaziçi, Ortadoğu Üniversitelerinde böyle bir şey olsaydı mezunları ne tepki verirdi düşüncesinden kendimi alamadım.
Son olarak üniversiteye kapıdaki görevliler tarafından alınmayınca yıkıldım desem abartmış olamam.
Sevgili meslektaşım,değerli öğrencim., Hukuk Fakültesine Dekan olmana, senin deyiminle O kitabenin üstünü açtırmana ve özellikle de yazmış olduğun bu yazı , emin ol beni tekrara bir ümit ve yaşam sevincine ulaştırdı.
Ne mutlu bize sizler gibi öğrenci yetiştirmişiz. Var olun ve hep yaşayın.

Liked by 1 kişi

Recai Hocam her zaman olduğu gibi güzel yazmış! Mermere kazır gibi kazımış, çekiçle ince ince işlemiş kitabenin hikayesini!
Yapanların da yıkanların da kim olduğunu biliyoruz! Bu ülkeye hizmet edenler unutulmaz!
Duvardan kazırsınız, üzerini örtersiniz ama kalplerdeki yerlerine dokunamazsınız!
Kıymet bilen biri gelir , örttüğünüz, yıktığınız, görünmez kıldığınız kökleri ve değerleri tekrar ortaya çıkarır! Kırılan gönülleri onaran Recai Hocamın kalemine ve kalbine sağlık.

Liked by 1 kişi

Hukuk Fakültesi’nin bu şekilde tarihi belgesel film tadında anlatımı gerçekten de çok anlamlı olmuş. Araştırmacı kaleminize sağlık sayın hocam. Tebrik eder başarılarınızın daim olmasını temenni ederim.

Liked by 1 kişi

Yorum bırakın