Bu yazı ilk kez 23 Eylül 2013 tarihinde yayınlanmıştır.
Öğretim üyeliği ya da dilimize yerleşmiş haliyle hocalık yapmak bana içinde biraz mistisizm de barındıran bir çeşit rehberlik gibi görünmüştür. (Kung Fu dizisi aklıma geldi şimdi. “Öyle değil mi Çekirge? “ ) Genç öğrencilerimizi bugünün dünyasına değil de, gelecekte kendilerini içinde bulacakları 30-40 yıl sonrasının dünyasına hazırladığımız için olabilir mi?
Tabii, bu noktada bir parça özeleştiri yapmamız gerekebilir. Biz gerçekten öğrencilerimizi ileride yaşayacakları bir geleceğe mi hazırlıyoruz, yoksa ardımızda bıraktığımız bir geçmişi mi onlara aktarıyoruz?
Bu derin soru üzerinde düşüne duralım…
Ben eğitim-öğretim faaliyetleriyle bilimsel araştırma faaliyeti arasında önemlilik açısından bir fark göremiyorum. Her ikisinin de aynı derecede önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta, eğitim-öğretim faaliyetinin aileleri tarafından bize yetiştirilmek üzere emanet edilen gençlik dikkate alındığında öncelikli bir konumu olduğuna inanıyorum. Nitelikli bilimsel araştırmalar yapmak gerekir kuşkusuz. Ama gençlerimizi iyi yetiştirmek de birincil sorumluluklarımız arasındadır. Aslında nitelikli araştırmacılara sahip olmanın önkoşulu da iyi yetiştirilmiş insan kaynağına sahip olmaktır.
İyi yetiştirilmiş öğrenci iyi mezun demektir. Mezunlarımız iyiyse hayatta başarılı olma şansları da yüksek olacaktır. Mezunlarımızın başarıları ise verdiğimiz diplomaların değerini arttıracaktır. Yani, bir mutluluk sarmalı içinde bulutlarda uçacağız.
Lakin, acı gerçek eğitim konusunda kısır bir döngü içinde dolanıp durduğumuzu söylüyor bize. İlk ve orta öğretim kaynaklı sorunlar üniversitelerin verdiği eğitimi de olumsuz yönde etkiliyor. Ve bu böyle devam edip gidiyor.
Ben bu kısır döngünün üniversiteler tarafından kırılacağını düşünüyorum. Daha açık bir deyişle, ülkemizin kronik eğitim sorununun “Milli Eğitimden” değil, üniversiteden başlayarak çözülebileceğine inanıyorum.
Bu noktada Eğitim Fakültesinin bütün birimlerimiz içerisinde özel bir konumu olduğunu düşünüyorum.
Üniversitemiz büyük rakamların sarhoşluğuyla, global alemde bir o yana bir bu yana yalpalayıp duruyor. Bir taraftan “temelden uyduya girmek” gibi tuhaflıklarla çok kıymetli olan zamanımızı ziyan ederken, öte yandan öğretmen yetiştirmek gibi kutlu bir görevi üstlenmiş fakültemizi varlık içinde yokluğa mahkum ediyoruz.
Tamam, gözümüzü uzaya dikelim; buna bir şey demiyorum. Bir çocuğun evinin yoksul bahçesinde gökyüzüne bakarak aya gitmeyi hayal etmesini takdir edebiliriz. Ama, saçı başı ağarmış insanların evlerindeki dağınıklığı toparlamak için koltuklarından şöyle bir doğrularak gayret göstermek yerine, ev ahalisine Jüles Verne masalları anlatması yok mu… Acaba üniversitede değil de bir ana okulunda mıyız duygusunu yaşatıyor insana!
One reply on “EĞİTİM ŞART!”
[…] bir okumuşumuza “nedir bu iş” diye sorsanız, hemen “eğitim şart” klişesine sarılır. Eğitim şart olmasına şart da, Attilâ İlhan’ın deyişiyle […]
BeğenBeğen