Ve kadınlar tabii ki…
Bazı insanlar kendilerini nereye koyacağımı bilemediğim bir duygu uyandırırlardı bende. İlk kez Konservatuvarda klasik batı müziği öğreten bir hocadan duyduğum bu nitelendirme, yer belirleme sorununu güzel bir şekilde çözdü benim için. “Türk Sanat Müziği tipli” demişti bir tanıdığı hakkında. O güne kadar zihnimde nereye ait oldukları belli belirsiz dolanıp duran pek çok kişi kendilerine net bir yer bulmuş oldular böylece. İlk yerini bulan da konservatuvar hocası oldu. Çünkü, klasik batı müziği çalışmasına rağmen o da “Türk Sanat Müziği gibi” bir adamdı.
Hemen belirteyim Türk sanat müziğine karşı özel bir antipatim yok. Pek çok insan gibi severim bu tarzı. Severim derken öylesine severim, fazla ciddiye almadan. Favori türlerim arasında olmamakla birlikte arabamın radyosunun ayarlı olduğu kanallardan biri de TRT Nağme’dir. Bu yazı zaten bir müzik eleştirisi yapmak için yazılmadı. TSM’nin bazı insanların anlaşılması bakımından kullanışlı olduğunu düşünüyorum. Bunu ilk keşfedenlerden biri muhtemelen Levent Kırca’dır. Vakti zamanında yaptığı TSM Korosu parodilerini hatırlarsınız.
Popüler bir müzik türünün “Türk Sanat Müziği” olarak isimlendirilmesinin yanlış olduğu genellikle kabul edilir. İsim babasının TRT olduğu söylenir. Muhtemelen “Türk Sanat Müziği” tipli bir TRT çalışanının işidir! Neresinden baksanız tuhaf bir ifade gerçekten. Türklüğü de, sanatı da, müziği de hafife alan bir tarafı var. Voltaire’in Kutsal Roma İmparatorluğu için söylediği sözü çağrıştırıyor: “Bu kendine Kutsal Roma İmparatorluğu diyen ve demeye de devam eden yığın, hiçbir şekilde ne kutsal, ne Roma, ne de bir imparatorluk.”
Biraz acımasız ve haksız olduğumu mu düşünüyorsunuz. Tamam! Uzatmayalım. Dediğimiz gibi konumuz bir müzik eleştirisi yapmak değil. Bu yazının amacı sıkça karşılaştığımızı düşündüğüm bir insan tipi üzerinde durmaktan ibaret. Tipleştirmenin bütün risklerini göze alarak konuyu açmaya çalışayım.
Düşüncem odur ki Türk Sanat Müziği ile bir yere varmak mümkün değildir. TSM tipli insanlarla da bir yere varamayız. Benzer bir cümleyi Yeşilçam sineması için de kurabiliriz. Gerçekten, Yeşilçam sineması ile TSM arasında pek çok ortak nokta bulabiliriz. Bunların araştırılması ise sanat, estetik gibi disiplinlerden ziyade sosyoloji ve psikolojinin alanına girer diye düşünüyorum.
Konudan uzaklaşmayalım. TSM meselesine dönelim.
Müzik açısından bakıldığında, Cumhuriyet döneminde yaygınlaşan bu türün güç bela 90’lı yıllara ulaştığını görürüz. Yani, arızi bir tür olmanın ötesine geçememiştir TSM. Klasik musikimizi ayrı tutuyorum. Yine türkülerimiz, mesela, bu açıdan hayli farklıdır. Kökeni Türklük kadar eski türkülerimiz allı bir turna gibi Orta Asya’nın bozkırlarından havalanıp Anadolu’nun dört bir yanını, Kuzey steplerini dolaşmış ve Balkanların yüksek zirvelerine konmuştur. TSM eserleriyle ancak Heybeli’den Beykoz sahillerine ulaşabilmişizdir. Şirketi Hayriye vapurları gibi!
TSM tipli insanları da şirketi hayriye vapurlarına benzetebiliriz. Hoşturlar belki, insanı hülya alemine sürüklerler falan, ama işte o kadar! Yahya Kemal’in dediği gibi olsaydı keşke:
Hulyâlı mâvilikte bu ânî parıldayış,
Tek bir dakîka sürmedi, kayboldu sır gibi.
Edebiyat olsun diye yer verdiğimiz Yahya Kemal’in yukarıdaki dizelerinin aksine bu tip insanların bir “sırrı” filan yoktur. Üstelik, TSM hatıralarımızdaki yerini çoktan aldığı halde bu zatı muhteremler kaybolup gitmemişlerdir. Sayın halkımıza söyleyecek bir sözümüz yok! Aydın kesimde (basın, yayın, sanat, edebiyat, sinema, üniversite, politika vs.) varlıklarını halâ sürdürmeleri ise arkaik dönem yunan sanatını anlamak kadar zor bir mesele!
TSM tipli insanlar ikiye ayrılır. Böyle şeylerin hep ikiye ayrıldığını daha önce yazmıştım!
Bunların bir grubu, nostaljik şarkılar gibi geçmiş hasreti içinde yanıp tutuştuklarını mırıldanıp durmalarına karşın bir gelecek anlayışına sahip değillerdir. “Geçmiş” bu adamlar için geleceğe götüren bir verim değil, Necip Fazıl’ın farklı bir bağlamda ifade ettiği gibi, “boynuna dolanıp ebedi mahrumluk kazığına iliştiren ve bütün ruh feyizlerinden alıkoyan bir köstek…” Kabahat geçmişte değil, kendilerinde elbette!
Diğer grup ise bugünü yaşayanlardan oluşur. Bunları “carpe diem” felsefesine inananlar diye anmamız kendilerini fazlasıyla hoşnut eder, başka da bir şey beklemezler bizden. Bu arkadaşların da bir gelecek düşünceleri yoktur.
Az önce Necip Fazıl’ı andık. Yeri gelmişken bu soylu aydınımızın kesinlikle “türk sanat müziği” gibi bir adam olmadığını vurgulamalıyız. Tam tersine TSM tipli adamlardan muztarip olmuştur hayatı boyunca. “Çocuk sen bu sesi nereden buldun?” demiştir Ahmet Haşim, Necip Fazıl’a. Bulduğu ses TSM değildi kuşkusuz. Zamanı için yeni, yepyeni bir sesti Necip Fazıl’ın sesi. Gür bir ses. Yankısı, yüce dağların yamaçlarında iğreti bir şekilde duran taşların aşağılara yuvarlanmasına neden olmuş, kayaları yerinden oynatmıştır. Bundan en çok da TSM nağmeleri mırıldananlar rahatsız olmuşlardır.
Üstad Sezai Karakoç da bu kategorinin dışındadır elbet. O’nun sesi kristal saflığında bir türküye, bir ayin-i şerife ya da geçmişi, bugünü ve geleceği kuşatan bir senfoniye benzetilebilir ancak. Pek çokları Üstadın öngördüğü “uygarlık” tasavvurunu soyut bir kavrayıştan ibaret görürler, onu zihinlerinde nasıl somutlaştıracaklarını bilemezler. Halbuki, bunun bir yolu vardır. En bilinen yanını, söz gelimi şiirini ele alalım: Beklenen dirilişini gerçekleştirmiş uygarlığımızdan bir önizleme, bir fragmandır onun şiiri. Üstadın şiir alanında yaptığını birilerinin müzik ya da mimari alanlarında yaptığını hayal edin! Eylemine bakın. Sanat ve düşünce alanında soyutlamanın zirvelerine ulaşmış biri için, bir o kadar da somut bir gerçekliği ifade eder kendilerinin varlığı.
TSM tipli adamların ne olmadığını örneklerle açıkladık. Ancak, TSM tiplerin tam olarak ne oldukları anlaşılamamış olabilir. Onu da örneklerle açıklamaya çalışalım.
Lise ve üniversite yıllarımızda yaşlı amcalar tarafından çıkarıldığını düşündüğümüz iki edebiyat dergisi vardı. Birinin adı “Hisar”, diğerininki “Türk Edebiyatı” idi. Açıkçası sıkıcı bulurduk bu ve benzeri dergileri. Genç olduğumuz için neden sıkıcı bulduğumuzu da pek bilemezdik. Şimdi anlıyoruz ki gençliği etkileyecek bir sese sahip değildi bu ihtiyar amcalar (aralarında tek tük teyzeler de vardı). O yıllarda iyice yaşlanmış olan Necip Fazıl ise bize asla ihtiyar biri olarak görünmezdi. Necip Fazıl benim gözümde harikulade bir atın üzerinde dolu dizgin giden bir şövalye imajına sahipti o yıllarda. Tesadüfen görme imkanı bulabildiğimiz Büyük Doğu dergisinin eski nüshaları dahi bizi heyecanlandırırdı. Hisar ve Türk Edebiyatı ise TRT’nin o meşhur “beraber ve solo şarkılar dinlediniz” anonsunu anımsatırdı bize!
Hisar dergisinin doğduğu ve ömrünü tamamladığı yıllarla TSM’nin popüler olduğu yılların aşağı yukarı örtüşüyor olması ilginçtir. Sanıyorum Hisar şairlerinin bir kısmı aynı zamanda güfte yazarıydı. Araştırmak lazım.
Hisar’ın kurucusu Mehmet Çınarlı dergisini “sanat parazitlerinden kurtulmak ve onlarla savaşmak isteyenlerin, iç huzuruyla sığınabilecekleri bir kale” şeklinde tanımlamış. Hangi genç bir kaleye kapanmak ister ki! Bununla birlikte, dergisini tanımlarken sonuçta doğru bir tanım vermiş Çınarlı. Gerçekten, “Hisar” artık tarihi bir kaledir. Edebiyat tarihçilerinin ilgilendikleri, daha kurulurken düşmüş bir kale kuşkusuz. Mensuplarına ve okurlarına huzur verdiğinden de eminiz. TSM gibi!
Bir de kaleler ile gettolar arasında bir ilişki olabileceği insanın aklına geliyor. Onu da ayrıca düşünmek lazım.
Hisar’dan epey sonra 70’li yılların başlarında çıkmaya başlayan Türk Edebiyatı dergisinin kurucusu Ahmet Kabaklı da ilk sayıda “Yeni’yi yapabilmek ve yapabileceklere ışık tutmak için geçmişe sık sık döneceğiz” demiş. Yeni olana ne derece ışık tuttular onu bilemem. Gittikleri geçmişten dönüpte bir türlü geleceğe uzanamadıkları ise bugün daha iyi anlaşılıyor. Hisar gibi o da şimdilik edebiyat tarihinin bir konusudur artık. Biraz daha zaman geçince her ikisi de edebiyat arkeolojisine konu olacaklardır muhtemelen.
TSM tarzı dergiler belli bir süre sonra ömürlerini tamamlayıp yayın dünyasından çekilseler de, ardlarında bıraktıkları TSM tipli insanlar aramızda var olmaya devam ediyorlar. Dikkat edin!🙂
One reply on “Türk Sanat Müziği Gibi Adamlar!”
“ Gelecek, geçmiş gibi olsun, olmayacaksa, hiç gelmesin “ anlayışında tipler ve gruplar hep olacak. Ama bu bağlamda Beraber ve solo sola şarkıların çok fazla dinleyicisi olmayacak diye düşünüyorum. Sürekli aracın dikiz aynasına bakarak ileriye gitme çabasını nafile bulurum. Hoş ve düşündürücü bir yazı olmuş. Tebrik ederim.
BeğenLiked by 1 kişi