Bu yazı ilk kez 12 Eylül 2013 tarihinde yayınlanmıştır.
Son zamanlarda en çok karşılaştığım soru: “Hocam bölünecek miyiz?”
Aslında hayatım boyunca demeliydim. Bölünme korkusu nesilden nesile aktardığımız kollektif korkularımızdandır.
Korkutmak etkili bir ikna yöntemidir. Pazarlamacılar çok kullanırlar: “Çamaşır makinenize kireç çözücü koymazsanız makineniz bozulur.”
Siyasetçiler de oy almak için sıklıkla bu yönteme başvururlar: “Bana oy vermezseniz şöyle şöyle olur”.
İnsanları kaygıya sürükleyen, yersiz endişelere yol açan korkutma yönteminin pazarlama ve siyaset alanlarında dahi ahlakiliği sorgulanırken, rasyonel ve serinkanlı düşünmenin yurdu olması gereken üniversitelerde bu yola hem de sistematik bir şekilde başvurulması kabul edilebilir mi?
Ben, Anadolu Üniversitesi’nin bölünmeyeceğini düşünüyorum. Bölüneceğimize ilişkin korkular büyük ölçüde üniversite içinde sistemli bir şekilde yayılan ve oradan yerel medyaya yansıtılan, yerel medyadan da tekrar kampüslerimize pompalanan söylentilerden kaynaklanmaktadır. Benim bildiğim ne YÖK çevresinde ne de TBMM’nde üniversitenin bölünmesine ilişkin başlatılmış bir süreç bulunmamaktadır.
Üniversite’nin bölünmesine ilke olarak da karşıyım. Bir üniversitenin ölçeğini, diğer bir deyişle büyüklüğünü belirleyen pek çok faktör vardır. Anadolu Üniversitesi açıköğretim modeli zaman içinde oluşmuş bir modeldir. Yani tarihsel kökleri olan bir yapımız var. Bu, bizim yani Türkiye’nin modelidir. Yeni model aramaya gerek yok.
Mevcut yapımız içerisinde açıköğretim hizmetleri üniversitenin bütün idari, teknik ve akademik birimlerinin (İİBF’den Fen Fakültesine, Mühendislikten Güzel Sanatlara) katkılarıyla yürütülmektedir. Açıköğretim hizmetlerini sunan dokular adeta etle tırnak gibi kaynaşmış bir haldedir. Açıköğretim bugünlere kaynaşmış bu yapı sayesinde gelmiştir. Maalesef, son dönemde İktisat ve İşletme Fakültelerine akademik kadroların aktarılması sistemin nasıl işlediğini tam olarak kavramayan üniversite dışı çevrelerde bu sıkı dokunun gevşediği izlenimini uyandıracak yanlış uygulamalarımızdandır.
Benim görüşüme göre bölünmek şöyle dursun, Anadolu Üniversitesi’nin bölgemizdeki diğer üniversitelerle (ESOGÜ, Afyon Kocatepe, Kütahya Dumlupınar, Bilecik Şeyh Edebali) birleşmesi ya da en azından bölgenin ihtiyaçlarını bütüncül bir yaklaşımla planlamaya, kaynak israfını önlemeye, uzmanlaşmaya imkan sağlayacak idari bir otorite altında reorganize edilmesi gerekir. Böylece çok sayıda ama yarım yamalak akademik birimler yerine daha sağlıklı ve etkin işleyen kurumlara sahip olma şansımız doğar. Benim kişisel fikrim budur. Uluslararası Ortak Lisans Programları yürüttüğümüz State University of New York’un (SUNY) bugün 64 kampüsü, 500 000 öğrencisi, 3 milyon mezunu olan bir üniversite olduğunu hatırlatmak isterim.
Eskişehir’de kurulacağı en yetkili ağızlardan ilan edilen Yüksek Teknoloji Enstitüsüne gelince; ben, kişisel olarak MIT (Muttalip Instıtute of Technology!) seçeneğinin uygulanmayacağını düşünüyor ve umuyorum. Bir kere, söz konusu üniversitenin lisansüstü eğitime ağırlık vereceği, lisans eğitimine ancak yasal zorunluluk nedeniyle yer verileceği belirtildi. Dolayısıyla, üzerinde zaten lisans öğrencisi yükü bulunan bir fakülteyi yeni üniversitenin devralmak istememesi olasılık dahilinde.