Bu yazı ilk kez 2013 yılında yayınlanmıştır.
Değerli Meslektaşlarım,
Sevgili Arkadaşlarım,
Vakit geldi! Perşembe günü seçiminizi yapacaksınız.
Aylardır yazılarımızla sizi meşgul ettik. En değerli saatlerinize denk getirmeyi başardığımız toplantılarla vaktinizi aldık. Yolda rastlaşmaları bile ayaküstü sunumlara çevirdik. Aklınız okuldan çıkan çocuğunuzda ya da sınıflarında bekleyen öğrencilerinizdeyken, biz size üniversiteye ilişkin büyük projelerimizi büyük sözlerle anlattık. Ve siz sabırla, incelikle dinlediniz.
Hepinize teşekkür ediyorum. Sabrınız için, nezaketiniz için, bize ayırdığınız kıymetli zaman için.
O kadar çok konuştuk ki, dilimizin sürçmemiş olması imkansız. Bunlar için, istemeden verdiğimiz rahatsızlıklar için özür diliyorum.
Umarız bu yorucu süreç sonunda üniversitemizin sorunlarının anlaşılmasına ve çözüm önerilerine bir katkımız olmuştur. Bütün çabamız ve arzumuz dört yılda bir gerçekleşen seçim sürecinin üniversitenin varoluş amacına yakışır verimli bir forum işlevi görmesidir.
Üniversite, yazılı kültürün en gelişmiş haliyle hayat bulması gereken bir ortamdır. Hepimizin işi son tahlilde yazıyla ilgili. Bu yüzden sizlere düşüncelerimi, izlenimlerimi ve bir anlamda taahhütlerimi yazılı olarak iletmeye büyük önem verdim. Bir ödev duygusuyla başladığım yazma eylemi, zaman içinde siz değerli meslektaşlarımdan gelen geri-dönüşlerle sağlıklı bir iletişim mecrası haline geldi. Bundan dolayı çok mutluyum.
Üniversite söz konusu olunca ele alınması, yazılması gereken o kadar çok konu var ki! Yayınlamak isteyip de sırası gelmediği için yayınlayamadığımız taslaklarla dolu bilgisayarım. Bir de yazmak istemediğim için bilinçli olarak yazmaktan kaçındığım konular var. Sözünü ettiğim konuların büyük miktarlarda oy getirme potansiyeline yönelik ikna çabalarına karşı çok ciddi bir direnç göstermek zorunda kaldığımı itiraf ediyorum. Örneğin, döner meselesi! Bir hukukçu ve maliyeci olduğum halde bu konuyu seçim malzemesi haline getirmek istemedim. Daha doğrusu tam da bu yüzden hukuk ve maliye kuralları dışında bu konuyu ele almak istemedim. Teknik, hukuki ve mali terimlerle dolu bir yazının kampüsün elektrik şebekesindeki sorunları açıklayan bir mühendislik yazısından farkı olmayabilirdi. Yaptığımız toplantılarda yeri geldikçe, soruldukça konu hakkında görüşlerimi açıkladım. Umutsuzluğa, enseyi karartmaya gerek yok. Tabii, hiçbir temeli olmayan boş vaatlere de gerek yok.
Gerek yazılarımda gerekse toplantılarda yaptığım konuşmalarımda boş vaatlerde bulunmadım. Tersine üniversitede yapılan seçim çalışmalarının üslup, içerik ve söylem yönüyle belediye seçimlerini çağrıştırmaması konusunda hepimize ne denli büyük bir sorumluluk düştüğünü açıklamaya çalıştım; buna ilişkin kaygılarımı paylaştım. Takdir sizlerindir!
Eleştirdiğimiz konular oldu haliyle. Ancak, elimizden geldiğince kritik ettiğimiz konuları kişiselleştirmemeye çalıştık. Kişilerle bir sorunumuz yok çünkü. Yeri geldi, hakkı teslim ettik. Üniversitemizdeki başarılı fakat çoğunlukça bilinmeyen uygulamaları anlatmaktan mutluluk duyduk.
Öte yandan, üniversitemizdeki olumsuzlukları görüp sürekli “neden böyle?” diye yakınanlardan olmak yerine, şimdiye kadar yapılmayanları hayal ederek “neden olmasın?” demeyi tercih ettik.
Gelişme, ilerleme, dijital devrim; bunlar hoş sözcükler kuşkusuz. Fakat bütün bunları harekete geçiren güç DEĞİŞİMDİR. Şimdi değişimin tam zamanı.
“Gönül Dağı” türküsünü bilmeyenimiz yoktur. İsmi gibi muhteşem bu türkümüzde şöyle denir:
Rızasız bahçenin gülü derilmez
Kalpten kalbe bir yol vardır, görülmez.
Bütün gayretim kalpten kalbe giden yolları açmak ve sürekli açık kalmasını sağlamak üzerinedir.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Recai Dönmez