Bu yazı ilk kez 05 Eylül 2013 tarihinde yayınlanmıştır.
“Messi Anadolu Üniversitesi’ne Gelse” başlıklı yazım en fazla okunan yazım oldu. Şu satırları okuduğunuz sırada tıklanma sayısı 2000′i çoktan aşmış durumda. Giderek de artacağa benziyor. Hepinize teşekkür ediyorum.
Yazının yansımaları son derece olumlu olmakla birlikte, aslında hiç istemediğim bir tartışmaya yol açtığımı da fark ettim. Bu yazıdan sonra özellikle genç öğretim elemanlarımız arasında bir tarafta “Gamze Bulut (bir olimpiyat şampiyonu) üniversitemize alınmalıydı” diğer tarafta da “Olimpiyat şampiyonu da olsa normal prosedür uygulanmalıydı” şeklinde bir münazaranın başlatıldığını gözledim.
Maksadım bir hukuki tartışma başlatmak değildi. Üniversite yönetiminde çok ciddi bulduğum bir “yaklaşım sorununa” dikkat çekmek istemiştim. Buna “perspektif sorunu”, “bakış açısı sorunu” ya da daha kapsamlı bir anlam içeren “üniversite anlayışı” sorunu isimlerini de verebiliriz.
Bir rektör adayı olarak bütün yazılarımda nasıl bir üniversite anlayışına sahip olduğumu açıklamaya çalışıyorum.
Şairin:
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sen
dediği gibi ben de şehir, kültür, mimari, müzik, bilim, teknoloji dediğimde düşüncelerimin odağına üniversiteyi koyuyorum. Yoksa bazı arkadaşların şaka yollu dediği gibi Belediye Başkanlığına aday olmaya niyetim yok . Ve bunu, yani nasıl bir üniversite anlayışına sahip olduğumuz konusunu çok önemsiyorum. Değindiğim konular ayrıca soyut konular değil. Ele aldığım her konu somut bir olguya dayanıyor. Ancak, üniversiteyle ilgili her somut meselenin ardında entellektüel bir sorunun olduğunu düşünüyorum. Bir “aydınlar topluluğu” (soyadlarını kastetmiyorum) olan üniversitenin sorunlarının, bunlar gündelik sorunlar bile olsa, entellektüel bir bakış açısına yaslanmadan çözümlenemeyeceğine inanıyorum. Üniversiteye yakışan da bu değil midir?
“Messi” neyi temsil ediyor sorusuna gelince; bunun yanıtını hepimiz biliyoruz. Messi yerine, nobel ödülü almış büyük bir bilim adamını da koyabiliriz. Messi, büyük bir edebiyatçı, bir sanatçı ya da Gamze gibi bir olimpiyat şampiyonu da olabilir. Üniversitelerin “yetenek” karşısında farklı bir refleksleri olmalıdır. Nasıl bir refleks derseniz, bürokratik bir refleks olmadığını söyleyebilirim.
Spor okulu müdürü arkadaşımızı üzmek gibi bir niyetim kesinlikle yok. Onu üzdüysem tüm içtenliğimle özür diliyorum. Sorun kişisel değil. Ama bir spor okulu yöneticisinin (ya da bir başka yöneticinin) bir olimpiyat şampiyonu (ya da bir başka yetenek) karşısında göstermesi gereken refleks bu olmamalıydı. Spor okullarının önde gelen hedefleri arasında olimpiyat şampiyonları yetiştirmek yok mudur? Eskişehir’li bir olimpiyat şampiyonunu bir başka üniversiteye (Konya değil Kayseri Erciyes Üniversitesi’ymiş) kaptırmak yeterince üzücü bir durumken, ayağına ikinci kez gelen fırsatı tepmek olur mu? Böyle bir şey (suçlamak için söylemiyorum, lafım ortaya) göreviyle ilgili bir nosyon sorunu olanlarda ya da yöneticiliği ikincil bir uğraş olarak algılayanlarda olabilir ancak. Maalesef, Anadolu Üniversitesi’nin hastalıklarından biri de budur.
Barcelona formasını sırtına geçirerek halı sahada maç yapmak üniversitemize yakışmaz. “Topu kapan üç pasla gole gidiyormuş”. Aman, kaleleri şaşırmayalım lütfen!