Bu yazı ilk kez 13 Ekim 2013 tarihinde yayınlanmıştır.
“Anlıyorum ama konuşamıyorum!”
Başlıktaki soru Anadolu Üniversitesi Yabancı Diller Yüksekokulu hazırlık sınıfında okuyan bir öğrencimize yöneltilse vereceği cevap muhtemelen budur; yüzünde derin bir sıkıntı ifadesiyle.
Hazırlık öğrencilerimize ilişkin sorunlar Eskişehir sınırlarını çoktan aştı. Ulusal medyada pek çok habere konu olduk bu yüzden. Son yıllarda üniversitemizin itibarına bu kadar ağır zarar veren, kamu oyunda bu kadar olumsuz algı yaratan pek az olay vardır.
2002 yılından beri görevde olan okul idaresine sorarsanız ortada öyle ciddi bir sorun falan yok. Sadece, tembellik yapan öğrenciler var. Tembelleri saymazsak (!) başarı oranı fevkalade yüksek.
Ancak, bu tembel öğrenciler ortada bir sorun olduğunu anlatmak konusunda hayli çalışkan çıktılar! Üniversite idaresi de başta inkar ettiği sorunu sonunda kabul etti. Sorunu kabul etmek çözüme giden yolda önemli bir aşamadır. Peki, çözüm için ne yapıldı? Dahiyane diyebileceğimiz bir karar verildi! Yüzde otuz İngilizce eğitim yapan proğramlar kapatıldı: No English, no problem yani!
Fakültesinin İngilizce programlarının kapatılması için elini kaldıran dekan, daha sonra bu duruma çok şaştı. Aradan epey bir zaman geçtikten sonra Üniversite Yönetim Kurulu toplantısında söz alarak “Nasıl yani, şimdi bizim fakültede İngilizce olmayacak mı?” diye sordu. Kendisine “maalesef” diye cevap verilince, olimpiyat şampiyonunun kaydını yapamayan spor okulu müdürü gibi o da çok üzüldü haliyle.
Bu üniversitenin Razzie (Altın Ahududu) ödülleri olsa birinciliği spor okulu müdürüne mi yoksa sözünü ettiğim dekana mı vermek gerekirdi diye hep düşünmüşümdür.
Aslında hazırlık öğrencileri için bulunan çözüm yöntemi ilk defa uygulanmıyor global kampüste. Daha önce de, hatırlarsınız Karacaali Kampında üzücü bir olay yaşamıştık. Bir personelimiz boğularak hayatını kaybetmişti. Bu olaydan sonra yetkili makamlar üniversiteden gerekli önlemleri almasını istemişti. Bizse daha radikal(!) bir çözüm bulduk: Karacaali Kampını bedavadan verdik, kurtulduk. Bundan böyle hiçbir personelimiz orda boğulmayacak diye sevinebiliriz.
Turan Mektebini bizden talep edenlere karşı da çözüm olarak “tadilat dolayısıyla” o güzelim binayı kapatmıştık. Allah korusun, birinin başına kiremit falan düşse herhalde bütün kampüsü kapatmamız gerekecek bu anlayışa göre.
Haklarını yemeyelim. Razzie ödülünü YDYO yönetimi de fazlasıyla hak ediyor. Bir okulu işlevsiz bırakmak kolay başarılacak bir şey değil. Ötekinde İngilizce olmasa da eğitim devam ediyor en azından.
YDYO idaresinin sorunu nedir bilemiyorum? Bildiğim bu idarenin “empati” yapma yeteneğinin sıfır olduğudur. Ne öğrencilerine karşı ne de öğretim elemanlarına karşı empati yapabiliyorlar. Empati yeteneğiniz yoksa muhatabınızın sorununu anlayamazsınız.
Örneğin, babası vefat eden bir okutman izin için size geldiğinde “Ölen ölmüş; sizin cenazeye katılmanız babanızı geri mi getirecek?” diyemezsiniz. Hemen öfkelenmeyin. Tabii ki böyle bir şey diyen yok. Şaka yapıyorum sadece. Ama dedesi ölen bir öğretim görevlisine “Cenazeye katılmanız şart mı? Dedenizle o kadar yakın mıydınız?” diye ciddi ciddi sorulduğunu biliyoruz.
Tabii, idare bütün bunları hep çocuklarımızın iyiliği için yapıyor. İngilizce dersleri bir saniye bile aksamasın istiyorlar. Burada öğrencilere de çok iş düşüyor. Hazırlık sınıfında devam zorunluluğu %90. Yani, hasta olamazsınız. Bir yakınınız gelse bile ona vakit ayıramazsınız. Kırk derece ateşli de olsanız, sınıfta olmalısınız. Buna bir şey demiyorum. Yönetmelikte öyle öngörülmüş. Yabancı dil öğrenmek için bireysel disiplin şart.
Ancak;
Yüzde doksan devam zorunluluğunu dakikası dakikasına uygulamaya kalkarsanız, size şüpheyle bakılır. Bir dakika geç geldi diye öğrencinizi sınıfa almama hakkınız olamaz. Hele bulunduğunuz kampüsle şehir arasındaki ulaşım sorunu çözülememişse. Öğrencilerinizin okula ulaşabilmek için bazen 1,5 saatlerinin yollarda geçtiğini biliyorsanız, biraz daha esnek olmanız gerekebilir. Daha doğrusu normal davranmanız yeterlidir. Geç gelen öğrenciyi sınıfa alıp almamaya dersin hocası karar verir. Takdirin ona ait olduğunu kabul etmelisiniz. Bunu yapmak yerine, geç gelen öğrencileri derse alan hocaları idareye ihbar eden bir sistem kurmuşsanız o kurumda çalışma barışı diye bir şey olmaz.
Bana tuhaf gelen bir kural da şu: Bazı durumlarda öğrenci hazırlık sınıfından muaf olabiliyor. Onlardan biri de KPDS veya ÜDS sınavından (şimdi bunların yerine YDS yapılıyor) en az 75 almak. Doçentlik başvurusu için istenen yabancı dil puanı ise minimum 65! Yani, hocaların başarılı olması için 65 yeterliyken, hazırlık öğrencisinin aynı sınavdan en az 75 alması gerekiyor. İnsan söyleyecek söz bulamıyor.
Ben Yabancı Diller Yüksek Okulumuzda görev yapan öğretim elemanı arkadaşlarımızın yeteneklerine, çalışkanlıklarına ve iyi niyetlerine güveniyorum. Bozulan çalışma barışının yeniden kurulması halinde bu okulumuz öğrencilerimize gereken eğitimi üniversitemize yakışır bir şekilde verecektir. Buna hiç kuşku yok.