Kategoriler
Üniversite Söyleşi Şehir

YENİGÜN GAZETESİ’NİN RÖPORTAJI

Anadolu Üniversitesi’nin Kendisi Başlı Başına Bir Projedir

Eskişehir’de doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği Bağlar Mahallesinde geçti. Eskişehirspor’lu ünlü kaleci Sinan Alağaç’la Ülkü İlkokulunda aynı sıraları paylaştı. Maarif Kolejinden mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi’nin ardından Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışma hayatına adım attı. Akademisyenliği o kadar sevdi ki ilk maaşını aldığında “üstüne bir de para veriyorlar” diye düşündü ve o kurumun zirvesine kadar yükseldi. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Recai Dönmez şimdiyse Anadolu Üniversitesi rektörlüğüne aday.

Recai Dönmez’in hikayesini bir de kendi ağzından dinleyerek başlayalım isterseniz hocam sohbetimize.

Benim ailem Bulgaristan göçmeni; Silistre şehri civarından; şu Namık Kemal’in meşhur piyesi “Vatan Yahut Silistre” dolayısıyla ismi bilinen  şehir, oralıyız biz. Büyüklerimiz “memleket” sözcüğünü Bulgaristan için kullanırlardı. Annem ve babam çok küçük yaşlarda Eskişehir’e gelmişler. Ben Eskişehir doğumluyum. Çocukluğum Bağlar mahallesinde geçti. Ülkü İlkokulunu bitirdikten sonra, zamanın meşhur kalecilerinden, aynı zamanda yakın arkadaşlarımdan Sinan Alağaç vasıtasıyla Maarif Koleji sınavlarından haberdar oldum, orada 7 yıl okuduktan sonra da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Üniversite yıllarını İstanbul’da geçirdim, o yıllar da hayatımın en çok özlemle andığım dönemidir.

İstanbul’daki üniversite yılları bitti. Sonrasında ne yaptınız?

Okul bitince Eskişehir’e döndük. İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ne araştırma görevlisi alınacağını duyunca başvuru yaptık. Öğrenciyken en büyük idealimiz akademisyen olmaktı, doktora yapan hocalarımıza çok özenirdik.  Bu vesileyle Anadolu Üniversitesi’ne adım atmış oldum; iyi ki de girmişim bu kuruma.  Yapıma çok uygun bir meslek akademisyenlik, hatta ilk maaşımı aldığımda şaşırmıştım, üstüne bir de para veriyorlar diye.

Akademisyen olmaya karar verdikten sonra Anadolu Üniversitesi’nin en büyük fakültesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığı’na kadar yükseldiniz. Şimdiyse, rektörlüğe adayım diyorsunuz nasıl karar verdiniz aday olmaya?

Bu tür kararlar kolay alınmıyor doğal olarak. 2013 yılında bir rektörlük seçimi yapılacağı belliydi.  Adaylık fikri bir düşünce tohumu olarak kafamda vardı. Bu yılın ocak ayı itibariyle bu konuyu çok ciddi bir şekilde düşünmeye başladım. İşin içine kişisel faktörler giriyor; kendinizi gözden geçiriyorsunuz. Aile faktörü devreye giriyor; onları dikkate almanız gerekiyor. Her şeyi enine boyuna düşündükten sonra aday olmamın uygun olacağına karar verdim. Bu üniversitenin rektörlüğü, mensuplarının aileleriyle birlikte milyonlarca kişiyi etkileyen bir pozisyon. Üniversitemizin diğer sıra dışı özelliklerini de hesaba katarsak bu konuda bir karara varmak kolay bir süreç değil.

Adaylığını ilk olarak açıklayanlardan birisiniz değil mi hocam?

Anadolu Üniversitesi rektörlüğü biraz önce söylediğim sebepler itibariyle çok ciddi bir iştir. Öyle “seçilsem de olur, seçilmesem de olur” mantığıyla hareket edilmemeli bana göre. Bu yüzden ben adaylığımı ilk açıklayan rektör adaylarından birisiyim. Mart ayı içerisinde adaylığımı açıkladığımda “hocam erken değil mi” diye eleştirenler oldu. Doğrusu ben o eleştirileri biraz yadırgadım; böyle bir görev için aday olan kişi kararlılığını göstermeli. Bence erken değil tam doğru zamandaydı beyanım. Aksine, hala rektör adaylarının çıkışını ilgiyle izliyorum. Eleştirmek için de söylemiyorum bunu, yanlış anlaşılmasın. Herkesin böyle bir hakkı var; zaten yasal olarak aday olma takvimi diye bir şey yok. Sadece konunun önemine ve ciddiyetine dikkat çekmek istiyorum.

Adaylığınızı koydunuz ve kolları sıvayıp çalışmalara başladınız öyle mi?

Öncelikle nasıl bir yol izlemeliyim diye düşündüm. Geçmiş rektörlük seçimlerini gözümün önüne getirdim. Her seçimde benim rektör adaylarından bir beklentim olurdu, karşılık bulmayan bir beklentiydi bu. Burası üniversite; biz bir belediye seçimi yapmıyoruz ve seçmenlerimizin tamamı öğretim üyesi. Dolayısıyla burada bir farklılık olması lazım. Ben her rektör adayının kendisini ve üniversiteye ilişkin düşüncelerini bir yazı disiplini içerisinde anlatmasını beklerdim; çünkü bizim işimiz yazı yazmakla doğrudan ilintili. Bu yüzden bloğumu yayına soktum ve arkadaşlarımla temel iletişim aracı olarak, düşüncelerimi ifade etmenin en doğru yolu olarak yazmayı tercih ettim.

Size en çok sormak istediğim konuya geldik. Marjinal, güçlü içerikli, mizah dolu bloğunuz çok büyük bir ilgiyle takip ediliyor. Olağan bir şey mi sizce bu?

Blog çok okunuyor gerçekten; başlangıçta rektör adaylığım sebebiyle bu ilgiyi olağan buldum. Normal olarak bir kere bakılır, sıkıcı bir şeyse unutulur gider bu tarz siteler. Fakat benim bloğuma ilgi sürekli canlı kaldı, hatta katlanarak devam etti.  Bu gün itibariyle görüntülenme sayısı 55.000’e yaklaştı. Her yaştan kişi izliyor bloğumu anladığım kadarıyla. Ama özellikle gençlerden, genç öğretim üyelerinden çok hoş geri dönüşler alıyorum. Bu da beni mutlu ediyor.

Blogunuzdan okuduğum kadarıyla yazı diliniz çok akıcı. Herkes içeriği dolgun, nitelikli yazılar yazabilir fakat mizah yapamaz. Bu kadar komik ve ilgi çekici yazıları nasıl yazıyorsunuz?

Yazmaktan ziyade okumak benim için çok büyük bir tutkudur. Küçüklüğümde okuduğum Teksas Tommikslerin, çocuk romanlarının lezzetini hala unutamam. Annem hep “gözleri bozulacak bu çocuğun” diye endişe ederdi benim için. Evde, yatma zamanı geldiğinde ışıklar söndürülünce dışarıdan sızan ışıkla okumak için direttiğim olurdu, rahmetli annemi çok kızdırırdım. Bunun yanında tabi biliyorsunuz, ülkemizde belli bir yaşa kadar herkes şairdir. Şiir okumayan fakat şiir yazmayı seven bir toplumuz. Ben de bir şeyler yazardım ama hiçbir zaman edebiyatçı bir kimliğe bürünmek gibi bir niyetim olmadı. Yazıların içindeki mizaha gelince, ben ironi demeyi tercih ediyorum. Amacım mizah yapmak değil eleştirmek. Gelen tepkilerden eleştirdiğim konularda amacıma ulaştığımı, yani sorunlara dikkat çekmeyi başardığımı düşünüyorum. Tabii, sadece eleştirmiyorum, üniversitemizdeki iyi, güzel ve doğru olan fakat kimsenin farkında olmadığı uygulamalara da dikkat çekiyorum, yani hakkı teslim etmeye de gayret ediyorum.

Projelerinize gelelim.  Yine bloğunuzdan okuduğumuz kadarıyla muntazam bir kreş hayaliniz varmış. Nasıl olacak bu kreş, kampüs içi mi dışı mı?

Öncelikle şunu söyleyeyim: Anadolu Üniversitesi’nin kendisi başlı başına bir projedir. Demek istediğim, üniversitemizi etkin ve verimli bir şekilde işletmeyi başardığımızda zaten ortaya muazzam bir ürün çıkacaktır. Temel amacımız kurumumuzu sağlıklı bir şekilde çalışır hale getirmek olmalıdır. Bazı adayların projelerini görüyorum, proje olsun diye oturup uğraşılmış izlenimi veriyor. Kreş ihtiyacı ise hakikaten çok önemli ve gerekli. Kadınlarımız, Anadolu Üniversitesi öğretim elemanlarının yarısından fazlasını oluşturur ve onlar bizim kahramanlarımızdırlar. Süper anne, süper eş, süper kreş dedik bu yüzden. Eğri oturalım doğru konuşalım evle ilgili tüm yük annelerin üstünde. Hem annelik görevleri var, hem akademik kariyer yapmaya çalışıyorlar ki sadece bu bile başlı başına büyük bir meseledir.

Genel olarak akademisyenler, mükemmeliyetçi insanlardır. Tüm görevlerini de mükemmel yapmak isterler. Hayat karşısında bu kadar çaba gösteren özverili insanlara bir kreşi fazla görmemek lazım. Duyuyorum, “kreşimiz güzel bizim” diyenlerimiz varmış, gidip bakarsanız, görebilirsiniz eski usul lojman gibi yapılmış bir binadır; Anadolu Üniversitesine hiç yakışmıyor. Çocuklar söz konusu olunca mimari tasarıma ayrı bir önem vermek gerekir. Disneyland benzeri binalar yapmak zorunda değiliz ama farklı bir mimari anlayış gerekiyor. Sonuç olarak, hocalarımızın aklı çocuklarında kalmamalı. Eğitim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği proğramı için de uygulama mekanı olacak bu kreş.

Yurtlar bölgesini bir meydana dönüştürmek istiyor musunuz?

Meydan demiyelim. Oradan bir meydan da çıkabilir belki ama esas sorun Yunusemre Kampüsünü genişletme imkanlarımızın çok sınırlı olmasıdır. Bu bölge kampüsün doğal bir parçası olarak bize genişleme imkanı sunabilir. Ben fakültelerde yaptığım konuşmalarda kim rektör olursa olsun bu projeyi hayata geçirmeli diye vurgu yaptım bu konuya. Türkiye’de idarecilerin bir bina fetişizmi vardır; bina dikmedikçe kendilerini bir şey yapmış gibi hissetmezler. Ben bu yaklaşımı doğru bulmuyorum, eğer ihtiyacınız varsa bina yaparsınız. Bizimse fazlasıyla ihtiyacımız var yeni fiziki alanlara. Üniversitemizin mali büyüklüğü, öğrenci sayısı, hizmet organizasyonu ile karşılaştırıldığında, fiziki kapasitemiz çok çok gerilerde kalmış maalesef. Anadolu Üniversitesi’nin tuzu kuru diye adımız çıkmış ama gerçek hiç de öyle değil.

Yurtlarımızın konfor olarak da övünülecek bir durumu yok diye biliyorum.

Yurtkur’un ilk yaptığı yurtlar olması sebebiyle çok konforlu değiller; şimdilerde 4 yıldızlı otel kalitesinde yurtlar yapılıyor. Hatta yaptıkları depreme dayanıklılık testlerinden sonra bizim yurtlar için güçlendirme yapılması gerektiğine karar vermişler. Güçlendirme de çok maliyetli bir iş olduğu için bu yurtlar için farklı bir bölge oluşturup, bu alanı kampüsümüzle bütünleştirebiliriz . Böylece, şu anda demir parmaklıklarla kampüsü ortadan bölen kötü görüntüyü düzeltebiliriz.

Açıköğretim sistemimizin sorunları ve kafanızdaki çözümler neler?

Bir Fransız maliyecisi şöyle demiştir: “ Kamu harcamaları vardır, bunlar karşılanacaktır”. Yani, devlet hizmetlerinin kaçınılmaz bir olgu olduğunu, bunların mutlaka finanse edilmesi gerekliliğini, bu konuyu tartışmanın boş bir iş olduğuna vurgu yapar. Bizde de açıköğretim böyledir. Anadolu Üniversitesini sıradan bir üniversite olmaktan çıkaran bir özelliğimizdir açıköğretim. Ancak,  İngiliz açık üniversitesinde 10.000 öğretim elemanı 250.000 öğrenciye hizmet sunarken, bizde araştırma görevlileri dahil 2.000 küsur hoca 1 buçuk milyon öğrencinin işini yürütüyor. Hocalarımızın üstünde muazzam bir yük var. Problemlerimizi çözmeye çalışacağız tabi ki kafamızda birçok proje var, bunları zamanı geldiğinde açıklayacağız.

“Amfisiz okul kalmamalı. Liseyi bitiren bir gence üniversiteye geldiğini hissettiren en önemli unsur büyük ve gösterişli amfilerdir.” demişsiniz bloğunuzda, sizce gerçekten her fakülteye amfi  açılabilir mi?

Biz dışarıdan bakıldığında işleri yolunda bir üniversite gibi görünüyor olabiliriz ama gerçek öyle göründüğü gibi değil. Mesela eğitim fakültesinde bile hiç amfi yok. Üniversitenin görkemli bir havası olması gerekir; üniversiteye girdiğin zaman mekânsal olarak da bu görkemi hissetmelisin. Liseden çıkan bir çocuk farklı bir dünyaya girdiğini hisseder bu şekilde. Mesela ben bu duyguyu İstanbul Üniversitesi’ne ilk gittiğim zaman gerçekten yaşadım. İstanbul Hukuk Fakültesi’nin meşhur birinci amfisi vardır; o amfide kürsüye geçen hoca gözümüzde bir kat daha büyürdü. Üstelik amfiler çok amaçlı kullanıma elverişli mekanlardır; örneğin, biz amfileri İ.İ.B.F’de sinema salonu olarak da kullanıyoruz. Büyük kongreleri, sempozyumları o amfiler sayesinde düzenleyebiliyoruz.

Sanatla aranız nasıl peki?

Sanat benim gözümde naif bir şey değildir, herkes için gerekli olan yaşamsal bir faaliyettir. Sanat sadece romantizm,  incelik, yumuşaklık, iyilik veya güzellik anlamına gelmez; aynı zamanda çok haşin ve sert de olabilir. İnsan ve toplumla ilgili her şeye farklı bir dokunuştur sanat. Sanat insanı rahatsız da edebilir. Örneğin, müzik sadece rahatlamak için dinlenilmez; Çaykovkski’nin 6. Senfonisini dinlerken tedirgin olabilirsiniz, depresif bile olabilirsiniz. Üniversitelerde bilim ve sanat yan yana olmalıdır. Hatta, aramızda kalsın ben genel olarak sanatçıların, has sanatçıların, bilim adamlarının bir kaç adım önünde olduklarını düşünürüm.

Sanatçıya daha çok prim veririm dediniz hocam. Peki dekanlık döneminizde İ.İ.B.F’de sanata dair şunu yaptım diyebileceğiniz bir şey var mı?

Bizim fakültemizin bir sergi salonu var.  Dekan olduğumda ilk olarak yaptığım işlerden birisi oydu. O salonun önünden geçerken ben hep “ burası ne güzel bir sergi salonu olur, niye burayı değerlendirmezler” diye düşünürdüm. Bomboş dururdu orada. Burayı sergi salonu yapalım dedim, üniversitenin yapı işlerine başvurduk. Binanın projelerini çıkarttık bir baktık, sergi salonu yazıyor o boş alan için. Zaten sergi salonu olarak yapılmış orası, mimarlar işin gereğini yapmış anlayacağınız.  Şimdi ise seramik, heykel daha çok da fotoğraf sergisi açılıyor salonumuzda. Bir çok sanat sever Eskişehir’in en güzel sanat galerisine sahip olduğumuzu söylüyor. Bunları duymak bizi onurlandırıyor. Sergi salonumuzun ışıkları sönük olduğunda rahatsız oluyoruz. Sürekli açık tutmaya çalışıyoruz orasını.

Bilim ve sanata bakışınızı anlattınız. Peki ya spor?

Antik üniversitelerde bile bunu görürsünüz. Sanat, bilim ve spor üçü bir aradadır. Bizim fakültenin takımları ayıptır söylemesi ben dekan olmadan önceki yıllarda çok başarılı sonuçlar alamıyordu. Öğrencilerimizin organizasyon sıkıntılarını başta fakülte sekreterimizin katkılarıyla çözdük. Tüm personelimiz bu işe katkı yaptı, bunu gören öğrencilerimiz de karşılığını verdi yıllar içerisinde. Fakültemiz öğrencilerinin birbirleriyle kaynaşmasında, ortak bir kimliği hissetmelerinde sportif etkinlikler çok önemli bir rol oynuyor.

Klasikleşmiş imajınızı değiştirip bıyığınızı kestiniz. Nasıl karar verdiniz buna?

Bir seneden fazla oldu bu değişikliği yapalı. Aslında ben bıyıklarımdan memnundum, bir gün genç arkadaşlarımızdan birisi “hocam fark ettiniz mi fakültemizde sizden başka bıyıklı kalmadı“ dedi. Ben hiç farkında değildim durumun. Ben de ayak uydurayım dedim, kestim bıyığı, şimdi de memnunum bu halimden.

Son olarak rakip adaylarınız hakkında bir şey söylemek ister misiniz hocam?

Bu seçimin diğer seçimlerden en büyük farkı, çok fazla adayın çıkması oldu. Eskiden bir kişinin ismi öne çıkardı. Bir de acaba şansımı zorlayabilir miyim diyen ikinci bir aday olurdu. Rektör adayı olmak cesaret gerektiren bir girişimdi. Yani, bir çekingenlik hissedilirdi. Bu açıdan aday sayısının fazla olmasını olumlu bir durum olarak değerlendirebiliriz. Bir de eski dönemlerin bürokratik-otokratik, her şeye hükmeden rektörler döneminin geride kaldığını kabul etmemiz gerekiyor.

Röportaj talebimizi kırmadığınız için çok teşekkür ederiz hocam. Bu yarışta size başarılar diliyorum.

Ben teşekkür ederim.  Sana da iyi çalışmalar diliyorum.

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s