Rusya ile ilişkilerimizin gerginleştiği bugünlerde yukarıdaki başlığı yadırgamış olabilirsiniz. Bu bir gezi yazısı değil. Rusya ile yaşanan sorunların ele alındığı bir yazı hiç değil. Meşhur James Bond filminden de söz etmeyeceğim.
Anadolu Üniversitesi’nin bir Rusya macerası var. Bugünkü yazımızın konusu üniversite adına yaptığımız bu seyahat olacak. Dekanlığımın ilk aylarıydı. Yani hikaye biraz eski sayılır. Rektörlük’ten aramışlar; Rusya’ya gidileceğini, pasaportlarımızın hazır olmasını, eşlerimizin katılıp katılamayacağını bildirmemizi söylemişler.
Seyahat günü geldiğinde Prut seferine çıkmış Yeniçeri ordusu gibiydik. Başımızda Rektör, rektör yardımcıları, Fakülte dekanlarının neredeyse tamamı, BAUM (Bilgi işlem) ekibi. Bunlara eşler de ilave edildiğinde hakikaten bir ordu denilebilirdi grubumuza. Peki bu kadar kalabalık bir ekiple Rusya’ya gitmemizin amacı neydi? Amaç; Moskova’da bulunan bir üniversite ile işbirliği yapmak ve ortak programlar geliştirmekti. Doğrusu Rusya’nın yükseköğretim sistemi hakkında fazla bir fikrimiz yoktu. En azından benim bir bilgim yoktu. Olay hızlı geliştiği için önhazırlık yapma imkanımız da olmadı. Ama rektörümüzün mutlaka bir bildiği olmalıydı. Dahası bizi oralara sürükleyen ve Kuzey komşumuzu iyi tanıyor görünen, deneyimli iki kılavuzumuz vardı. Bu iki kişiden biri Azerbaycan’da bulunan Avrasya İnovasyon Enstitüsü’nün “rektörü” olarak tanıtılmıştı bize. Sözkonusu Enstitü o dönemde üniversitemizin Azerbaycan programındaki açıköğretim öğrencilerine kayıt vb. konularda hizmet de veriyordu. Diğeri ise Rusya’da ve Azerbaycan’da yatırımları olan Karadenizli bir işadamıydı.
İngilizce adıyla Modern University for Humanities (kısaca MUH), 90’lı yıllarda devlet eliyle özelleştirilmiş ve patronluğuna Mikhail Karpenko isimli bir bilim adamı getirilmiş özel bir üniversiteydi. Üniversitenin ayrıca bir Rektörü de vardı. Ancak, orada bulunduğumuz süre içinde Rektörü pek az gördük. Asıl muhatabımız Karpenko oldu.
MUH’un merkezi Moskova’da bulunuyor. MUH’u bizim için ilginç kılan hem lisans hem de lisansüstü düzeyde tamamen uzaktan öğretim yapan bir üniversite olmasıdır. O yıllarda 160 000 öğrencisi varmış. Bu rakam bizim muazzam öğrenci sayımızla kıyaslandığında çok mütevazı görünmekle birlikte, uçsuz bucaksız Rusya’da pek çok önemli alanda eğitim veren bir üniversite burası. Diploma programları arasında hukuk ve mühendislik de var. Bunu öğrenince biz tabii hemen memleketimize özgü önyargılarla “mezunlarınız avukatlık, hakimlik, savcılık yapabiliyorlar mı?” diye sorduk. “Elbette” dediler. “Nasıl yani!” diye ısrar edince örgün fakültelerden mezun olanlarla aralarında hiçbir fark yok diye tekrarladılar ve Rusya’da bir eğitim kurumunun ister uzaktan olsun isterse yüz yüze Milli Eğitim Bakanlığınca belirlenmiş standartları sağlamadığı sürece faaliyette bulunmasına izin verilemeyeceğini vurguladılar.
MUH’un Moskova’daki merkez binası bizim şık binalarımızla kıyaslandığında pek zavallı bir haldeydi. Hatta grubumuzdaki arkadaşlar “köhne” sıfatını uygun gördüler. Ancak, bu köhne binalarda Ruslar açıköğretim alanında kendi teknolojilerini üretmeyi başarmışlardı. Örneğin, sınavlarda kullanmak üzere ürettikleri “cevap kayıt cihazı” diyebileceğimiz bir alet, görünüm itibariyle kaba bir hesap makinesine ya da uzaktan kumanda aletine benziyordu. Ancak, test sınavlarında yaygın olarak kullandıkları bu alet sayesinde cevap kağıtlarından ve onları optik cihazlarda okuma külfetinden kurtulmuşlardı. En önemlisi binlerce sınav kutusunun taşınma ve muhafaza zahmeti de olmuyordu. Bize gösterdikleri yerlerden bir diğeri de bir çeşit nörolojik araştırma merkeziydi. Burada insan beyninin öğrenme yetenekleri araştırılarak bunları uzaktan öğretim alanında kullanma imkanları inceleniyormuş.
MUH’un bir başka önemli özelliği de uydu sahibi olmasıydı. Evet, yanlış okumadınız ziyaret ettiğimiz üniversitenin uzayda kendisine ait bir uydusu vardı. İşletmesini de kendisi yapıyordu. Uzaktan öğretim yapan bir üniversite için uydu sahibi olmak muazzam bir iletişim alt yapısına sahip olmak anlamına geliyordu. Rusya gibi mesafelerin hayli uzak olduğu bir ülkede böylece ülkenin en ıssız köşelerine ulaşmak mümkün oluyordu.
Görüşmeler başladıktan sonra Rusların esas amacının bu uyduyu Anadolu Üniversitesine pazarlamak olduğu anlaşıldı. Uydu dışındaki her konu Ruslar için önemsiz ayrıntılardan ibaretti. Biz İngilizce yürüttüğümüz çift diploma programlarına ilişkin sorunlar ortadayken, Rusça bir programı-bir de kiril alfabesi sorunu var- nasıl yürüteceğimizi kara kara düşünüyoruz. Ruslar “merak etmeyin herşey hallolur” havasındalar. Bize, yani Anadolu Üniversitesi’ne Soçi’de bulunan, termal tesislere sahip hayli büyük bir oteli Turizm okulu olarak kullanılsın diye verme vaadinde dahi bulundular. Nerdeyse Soçi’de mülk sahibi oluyorduk! Şu, Rusya’nın Antalya iklimine sahip yegane tatil beldesinde. Eski Sovyet seçkinlerinin ve Putin’in yazlıklarının bulunduğu şehirde. Kalabalık grubumuza bu oteli gösterirken acaba Rusların kafasından neler geçiyordu? Hakkımızda ne düşünüyorlardı?
Soruları çoğaltmak mümkün. Bizler işin politik, hukuki, stratejik boyutlarını ciddi bir şekilde düşünmeden, bir önhazırlık yapmadan oralara nasıl gitmiştik? Nasıl sürüklenmiştik oralara? Ruslar bize neden ilgi göstermişlerdi? Bu girişimin Avrasyacılık ideolojisiyle bir bağlantısı var mıydı? Yoksa amaçları sadece para kazanmak mıydı? Biz açıköğretim işlerimizi Rus uydusuna bağlasaydık bu bir çeşit “Mavi Akım” olur muydu? Tüm iyiniyetli çabalara rağmen bir türlü etkili ve verimli hale getiremediğimiz Balkanlarda ve Kafkaslarda yürüttüğümüz, Orta Asya’da yürütme ihtimalimiz bulunan projeler bu ilişkiden nasıl etkilenirdi? Ruslar acaba bizi küresel açıköğretim alanında bir rakip olarak mı görüyorlardı? Herşey yolunda gitseydi ve o anlaşmalar YÖK tarafından onaylansaydı, Rus savaş uçağının düşürülmesiyle başlayan krizden sonra bugün durum ne olurdu?
Ben kişisel olarak Rus üniversitesiyle öngörülen ilişkilerin kurulamamasının daha hayırlı olduğunu düşünüyorum. Bize öğretilen şudur ve ben ona inanırım: işbirliği, ortaklık gibi ilişkiler ancak eşitler arasında kurulabilir. Taraflar arasında eşitlik yoksa o ilişkiye işbirliği ya da ortaklık denmez. Belki…. Türkçemizde uygun bir deyim var ama, onu yazmasam daha iyi!
BİR ANEKDOT: Rusların yemekli-içkili toplantıları meşhurdur. Nutuklar atılır; şarkılar söylenir. Bizim için verilen yemeklerden birinde arkadaşlarımız Azeri rektörden bir azeri türküsü söylemesini rica ettiler. Tüm ısrarlara karşın Azeri Rektör “söyleyemeyeceğini çünkü hiç türkü bilmediğini” ifade etti. Ama Rusça birşeyler söylerim dedi ve güçlü bir sesle, opera sanatçılarını aratmayacak tarzda Rusça, sanırım bir arya söyledi. Azeri türküsü söylemek de bize kaldı. Bu rektör yüzde 51 azeri, yüzde 49 rus olduğunu belirtmişti bir keresinde, hafif bir gururla ve rusların da bulunduğu bir sırada. Ben de yanımdaki arkadaşa şaka yollu “bence oranlar tam tersi” demiştim. Yıllar sonra Rektör ağır bir beyin kanaması geçirdi. Ölümden döndüğünü söylediler. Kendine geldiğinde Türkçe konuşma yetisini tamamen kaybetmiş. Sadece Rusça konuşabiliyormuş! Bizim rektörlükteki arkadaşlar “Ferhad’la (adı buydu) artık tercüman aracılığıyla anlaşabiliyoruz” demişlerdi.
One reply on “Rusya’dan Sevgilerle!”
Hocam
Ağzınıza sağlık, size tamamen katılıyorum. Bence de Rus üniversitesiyle işbirliği kurulamaması daha hayırlıdır. İşbirliği, ortaklık gibi ilişkiler ancak eşitler arasında olabilir. Selam, Sevgi ve Saygılarımla.
BeğenBeğen