Kendi dedemden söz etmiyorum.
“Dedem Mehmet Rıfat“ grafik sanatçısı ve reklâmcı Uğurcan Ataoğlu’nun dünya gözüyle tanıyamadığı dedesinin anısına yayımladığı kitabın ismi.
Kitabı ilk kez A.Ü Çağdaş Sanatlar Müzesinde gördüm. Uğurcan Ataoğlu’nun işlerinden oluşan kişisel bir sergi vardı Müzede. Sanatçının yayımladığı kitaplar da bir sehpa üzerine öylesine bırakılmış gibi duruyordu. Kitaplara elimi sürüp sürmemek konusunda kısa bir duraksama geçirdim. Sergilenen eserlere el sürülmez ya! Böyle bir terbiye almışız. Sadettin Hoca’nın yüreklendirmesiyle elim doğrudan dedeyle ilgili kitaba uzandı. Kitabın ismi, kapağı ve özellikle el yazması kitaplarda görmeye alışkın olduğumuz altın yaldızlı sayfaları dikkatimi çekmişti.
Uğurcan Ataoğlu, “niyetin organizasyon gücü vardır derler” cümlesiyle giriş yapıyor kitaba. Öyle mi diyorlar gerçekten? Öyleyse bu çarpıcı sözü ben niye daha önce duymadım?
“Ameller niyetlere göredir“. Ben bu kutlu sözü biliyorum. Şimdiye kadar temel bir hukuk ve ahlâk ilkesi olarak anladığım bu söz, Uğurcan’ın cümlesiyle farklı bir yoruma kavuştu zihnimde.
Dede Mehmet Rıfat, 1885-1937 yılları arasında Ordu’da yaşamış, o zamanların deyişiyle “münevver”, günümüz söyleyişiyle “aydın” bir insan. Bir Osmanlı aydını aslında. Çünkü kültürüyle, kişiliğiyle, sanat zevkiyle bütün birikimi eski zamanların hayatı ve kurumları içinde oluşmuş. Besbelli iyi bir öğretmen, ressam, müzisyen, hattat ve bir şair. Eski zaman aydınları içerisinde şair olmayanı bulmak imkânsız zaten. Mehmet Rıfat Bey şiirlerini “Gönül Meyvesi” adıyla bir defterde toplamış, ancak bunları bir kitap olarak yayınlamaya ömrü yetmemiş.
“Dedemin gerçekleşmeyen bu hayali ya da niyeti bizi çok uzun yıllar sonra bu işin etrafında organize etmeyi başardı” diyor Uğurcan Ataoğlu. Niyetin organizasyon gücü!
Dede sadece şiirlerinden oluşan bir kitap düşünmüş. Torun ise onun için şiirlerinin yanı sıra, tablolarını ve fotoğraflarını da içeren bir kitap tasarlamış. Dünya gözüyle birbirlerini göremeyen dedeyle torun iç içe geçmiş yıllar yıllar sonra. “(Dede) bir nefes vermiş, (torun) bir nefes almış.”
Torunun dedeye ulaşması tabii o kadar kolay olmamış. Defterlerin okunabilmesi için Tarih Vakfı ile birlikte T.C Başbakanlık Osmanlı Arşivleri Daire Başkanlığındaki uzmanların araya girmesi gerekmiş. Dünyanın başka hangi ülkesinde torunların dedelerinin defterlerini okuyabilmek için böyle uzun isimli bürokratik kurumları devreye sokması gerekir acaba?
Mehmet Rıfat Bey’in şiirleri eski zevkin ürünü doğal olarak. Sanki resimleri zamanın değişen zevk ve eğilimlerine karşı daha çok dayanmış gibi görünüyor. Kitaptaki resimlerden daha fazla etkilendiğimi söylemeliyim. Şiir ya da düzyazı farketmez, akıp giden zamanın aşındırmasına dayanabilecek metinler oluşturmak resim yapmaktan çok daha zor, çok daha mahâret gerektiren bir iş olmalı. Resmin bu açıdan yani zamana direnmek bakımından, ifade gücü sınırlı da olsa, bir avantajı var gibi. Ama resimler de bir nesne olarak eskimeye ve yıpranmaya maruz kalıyorlar; üstelik yazı gibi çoğaltılma şansları da yok. Klasik anlamda resmi kastediyorum. Yoksa modern baskı ve görüntüleme teknikleri görsel sanatlar alanında çoğaltma ve muhafaza sorunlarını çözmüş bulunuyor.
Zaten, Uğurcan Ataoğlu’nun kitabının beni etkileyen tarafı içindeki tek tek şiirler ya da resimler değil. Ben, yıllar sonra dede ile torun arasında bu kitap aracılığıyla kurulmuş olan bağdan etkilendim. Etkilenmenin ötesinde dede sahibi bir torun olarak imrendim 😀. Sanatçı dede ile sanatçı torun arasında içtenlikli bir bağ kurmuş bu kitap. Torunun dedeye olan sevgisini, iri sözlere gerek kalmaksızın tasarımın bütüncüllüğü içinde hissedebiliyorsunuz. Torun, yeteneğine en uygun düşen tarzda bir iletişim kurmayı başarmış hiç görmediği dedesiyle.

Diğer yönüyle, kitabın üzerimde, nasıl söylemeli bilemiyorum ama bir çeşit sinematografik bir etki bıraktığını da ilave etmeliyim. Mehmet Rıfat Bey’in şiirlerinde dile getirdiği aşkları, kadınları ayırım yapmaksızın sevdiğini gösteren dizeleri, arkadaşlarına sitemleri, dokundurmaları, sufice halleri, iki karısıyla (aynı karede), akrabalarıyla, öğrencileriyle, öğretmen meslekdaşlarıyla çektirdiği siyah-beyaz resimleri, fonda gerçekten güzel bir şehir olduğunu hissettiren Ordu’nun yer alışı, Fellini’nin filmlerini anımsatan muallim baloları, insanı hüzünlendiren tabloları, sanırım bütün bunların bilinçli bir kurguyla bir araya getirilişi sözünü ettiğim sinematografik etkinin ortaya çıkmasını sağlamış.
Uygarlığımız kitabı sadece bir metin olarak ele almamıştır. Cildiyle, süslemeleriyle, hattı yani kaligrafisiyle, kağıdının kalitesiyle, kitap aynı zamanda sanatsal bir tasarımdır. Uğurcan Ataoğlu’nun kitabıyla geçmişte kalmış bu özelliğimizi bir kez daha hatırlamış olduk.
One reply on ““Dedem Mehmet Rıfat””
Değerli hocam, çok etkileyici gerçekten… elinize, gönlünüze sağlık, kaleminize kuvvet…
BeğenBeğen