Kategoriler
Portre Şehir

Rüyalarında Bile Yürümeyen Adam

Adı, Mesud. Doğuştan engelli; yürüyemiyor.

Tekerlekli sandalyeye mahkûm birine Mesud isminin verilmesindeki trajik duruma dikkatinizi çekecek falan değilim. Çünkü, böyle bir durum yok!

“Tekerlekli sandalyeye mahkûm” klişesi Mesud için zaten çok fazla. Bir kumanda çubuğu ile idare ettiği akülü arabası üzerinde hiç de bir mahkûm gibi durmuyor. Sağlam, güvenilir bir duruşa sahip. Kesinlikle ezik biri değil. Çevik hareketlerle, ustaca kullandığı aracına sözünü geçiriyor. Aracı ona mahkûm!

Mesud, herkes kadar mutlu, herkes kadar mutsuz!

Onu ilk gördüğümde engelli oluşu değil, gür kaşlarının altından etrafa yönelttiği keskin ve tedirgin edici bakışları dikkatimi çekmişti.

Yürüme engelli bir insanın en büyük rüyasının yürüyebilmek olduğunu düşünürüz değil mi? Mesud, “ben rüyamda bile yürümem” demişti Orta Işık Camiinin önündeki küçük meydanda birlikte çay içerken. Arkadaşları ise rüyalarında yürüdüklerini görürlermiş.

Eski mahalle havasının halâ sürdüğü meydanda, Petek Pastanesinin önünde otururken ilgimizi çeken bir şey daha anlatmıştı Mesud. Küçük bir çocukken köyünde çobanlık yaparmış. Biz meraklı bakışlarla yürüyemeyen bir çocuğun bu işi nasıl yaptığını sorunca, “bir eşeğim vardı” demişti: “Boynunu iyice yere eğer, ben tutununca yumuşak bir şekilde beni sırtına oturturdu. Sürüyü önümüze katar, dere tepe düz giderdik!” Sürü dağılır gibi olduğunda ağaç altında uyuklayan Mesud’u saçına dokunarak nazikçe uyandırırmış bu kutlu eşek!

Eşekle engelli küçük bir çocuk arasındaki bu sıcak bağ hepimizi duygulandırmıştı. Tabii öykünün kahramanlarından birinin eşek olması kaçınılmaz esprileri beraberinde getirmişti. Özellikle Nebi (Kılıçarslan) engelliler konusunda duyarsız insanları kendine has tarzıyla bir hayli hırpalamıştı.

Nebi Kılıçarslan’ın Mesut’la tanışması da eşek hikayesi kadar dramatiktir! Odunpazarı Belediyesine gelen bir şikayet üzerine sorunu yerinde görmek isteyen Nebi, Hacı Hasan Camiine gider. O gün müthiş bir yağmur yağmaktadır ve namaz vaktidir. Mesut’u ilk orada görür: Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur altında, ıslak kaldırımlarda sürünerek kendini camiden içeriye sokmaya çalışmaktadır. Engelli erişimine uygun cami fikri böylece Nebi’nin zihninde doğmuş olur. Hacı Hasan Camii de bu fikrin Türkiye’de ilk kez hayata geçirildiği cami unvanını alır.

Hacı Hasan Camiinin restorasyon sürecini başından sonuna büyük bir zevk ve heyecanla izledim. Karakterini yitirmiş, omuzları çökmüş bir mahalle mescidinin yeniden pırıltılar saçarak dinç bir şekilde ayağa kalkışının ve tekrar semtinin gözdesi haline gelişinin tanığı oldum. Bir de yatılı okul arkadaşımın başka türlü bilmeme imkan olmayacak yeteneklerini görmüş oldum onu işbaşında izlerken. Yatılı okul arkadaşlığı iyidir, hoştur. Koskoca adam olsanız bile birbirinize teklifsiz şakalar yaparsınız. Çocuklarınızın duymasını istemeyeceğiniz şeyleri rahatlıkla kendi aranızda konuşursunuz. Ama bu arada fazlaca samimi, herşeyin bir şakaymış gibi ele alındığı ortam okul arkadaşınızın başka bazı meziyetlerinin sizin için kaynayıp gitmesine neden olabilir.

Nebi, Hacı Hasan’dan sonra Odunpazarı’nda başka camilerin de onarım ve restorasyon işlerini yaptı. Daha önce suya kavuşturduğu eski çeşmelerle birlikte bu camiler Odunpazarı’nın insanları kendine çeken atmosferinin oluşmasında büyük pay sahibidirler.

Tan Oral ve eşini Eskişehir’de konuk ettiğimiz bir seferinde, Nebi’nin onardığı şirin Akoğlan Camiinin önünden geçerken, “insanın namaz kılası geliyor” demişti usta çizer. Bu sözleri ondan duymak arkadaşımız adına çok mutlu etmişti bizi.

Nebi, ele aldığı yapının geçmişini mutlaka araştırır. Kanıksanmış bilgilere de kuşkuyla yaklaşır. Odunpazarı’nın göbeğindeki Tiryakizade Süleyman Ağa Camii’nin ismi meselesi şehir kimliğine ilişkin duyarlılığımızın ve merakımızın düzeyini göstermesi açısından çok manidardır. Bu caminin ismini yıllardır “Tiryakizade Hasan Paşa Camii” olarak bilirdik. Hani şu klişe tarih kültürüyle Kanije Kalesi kahramanı olarak bildiğimiz Tiryaki Hasan Paşa. Halbuki caminin bânisinin Tiryakizade Süleyman Ağa olduğu mermer kitabede yazılıymış. Muhtemelen kitabeyi yarım yamalak okuyan biri “tiryaki” kelimesini görünce refleks olarak arkasına Hasan Paşa’yı yapıştırdı ve bu yanlış bilgi günümüze kadar geldi. Araştırmacı Nizamettin Aslan’ın kitabeye ve camiye ilişkin vakıf belgelerine dayanarak caminin gerçek ismini saptaması üzerine Nebi gerekeni yaptı ve Tiryakizade Süleyman Ağa Camii tabelasını yerine astı. Normalde senelerce bu yanlış bilgi nasıl düzeltilememiş diye hayıflanılması ve gerçeği ortaya çıkaranların takdir edilmesi gerekirken, şehrin yerel yalçın küçükleri “Süleyman” isminden hareketle bu işin arkasında bir yahudi komplosunun bulunduğunu iddia ettiler!

Ben, Nebi’nin ele aldığı camilerden özellikle Orta Işık Camiini severim. İsmi gibi caminin içinde hoş bir ışık ve yalınlık vardır. Odunpazarı’nın en güzel ve sakin köşelerinden biridir Orta Işık Camiinin bulunduğu küçük meydan. Caminin karşısındaki Petek Pastanesi, değişik insanların buluştuğu sevimli bir mekândır. Odunpazarı’nda iyi çay içebileceğiniz ender yerlerdendir. Eski mahalle hayatı demeyelim de o hayattan sanki bir enstantane canlanmış gibidir buralarda. Ve bütün bunlar Orta Işık Camiinin gündüzü ayrı gecesi ayrı bir güzelliğe sahip atmosferinde gerçekleşir.

Nebi’nin en büyük işlerinden biri Şucaeddin Veli Külliyesidir. Anayoldan 7 kilometre içeride olduğu için pek çok kimse farkında değildir bu harikulade yapı topluluğunun. Seyitgazi Külliyesinden aşağı kalır tarafı yoktur buranın. Alevi-Bektaşi kültürü bakımından çok önemli tarihsel bir merkez kabul edilir. Günümüzde de bu özelliğini sürdürmektedir. Makedonya seyahatim sırasında Tetova’daki (Kalkandelen) Arabati Baba Tekkesinden buradaki dedeye selam getirmiştim. Size önerim külliyenin bulunduğu Arslanbeyli Köyüne, Seyitgazi tarafından değil de Ayvalı Köyü tarafından girmeniz. Böylece bütün yapı topluluğunu güzel bir manzara fonunda yukarıdan bir bakışla görebilirsiniz.

Nebi, camilere sadece tarihi yönüyle bakmaz. Günümüz hayatının ihtiyaçlarına uygun bir işlevi camilere nasıl kazandırırız diye kafa yorar. Örneğin, her camide annelerin çocuklarını emzirebilecekleri uygun yerler olması gerektiğine dikkat çeker. Daha pek çok şeye kafa yorar. Saflar arasındaki optimum mesafe ne olmalıdır? Işığı vaaz ve hutbelerin etkisini arttırıcı yönde nasıl kullanabiliriz? Abdest alanların üzerine su sıçramaması için nasıl bir malzeme kullanılmalıdır? Ergonomik bir şadırvan tasarımı nasıl olur? Camilerle ilgili standartlar nasıl geliştirilir? Daha neler neler! Nebi, bu tür sorunlara kafa yoran ve somut projeler geliştiren az bulunur adamlardandır.

Takdir etmenin ötesinde, büyük saygı duyduğum özelliklerinden bir diğeri de Nebi’nin engellilerin sorunlarını kendine bir misyon edinmiş olmasıdır. Bunun arka planında Ufuk’un durumu vardır. Ufuk, Nebi’nin otistik oğludur. Soğuk ve kuru bir ifade oldu, farkındayım. Ancak, otistik bir çocuğa sahip olmanın ne demek olduğunu ben size anlatamam. Şu kadarını söyleyeyim: Nebi, bu yönüyle bizim kahramanımızdır.

Ailede böyle bir dram ortaya çıktığında pes etmeyen, dayanan, direnen, mücadele eden, vazgeçmeyen genellikle annedir. Ufuk’un durumunda bu kural işlemedi. İşte bu yüzden Nebi bizim kahramanımızdır. Bu zor ve üzüntülü durum karşısında güzel bir şekilde sabretmenin ne demek olduğunu Nebi göstermiştir. Nebi’nin sabrı pasif bir sabır, yani sessizce katlanma durumu değildir. O kişisel dramını aşmasını becererek, sadece Ufuk’a, hatta sadece otistiklere değil, tüm engellilere yararlı olmanın mücadelesini vermiştir.

Nebi, bugün engelliler konusunda hem akademik-teorik, hem de pratik bağlamda ülkemizin en geniş birikimine sahip değerlerindendir. Aramızda yaptığımız bir şaka ile bitireyim bu yazıyı: Nebi, büyük devlet adamı/komutan Timurlenk’e özel bir ilgi ve hayranlık duyar. Ona derim ki, “Timur engelli olmasaydı senin ilgini bu kadar çekmezdi!”

 

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

3 replies on “Rüyalarında Bile Yürümeyen Adam”

Gün geçtikçe azaldığını sandığım sıradan kahramanların dokunaklı hikâyelerini sizin anlatımınızla okumak iyi geldi. Elinize sağlık hocam. Bu günden itibaren Mesut aşinamız, Nebi Bey bizim de kahramanımızdır.

Liked by 2 people

Yorum bırakın