Anadolu Üniversitesinin bölünmesinden söz ediyorum.
Biliyorsunuz Mayıs ayında çıkarılan bir kanunla Anadolu Üniversitesi bölünerek Eskişehir Teknik Üniversitesi adıyla yeni (!) bir üniversite kuruldu. Böylece siyasiler Eskişehir’e vâdettikleri üçüncü üniversite sözünü yerine getirmiş oldular. Görünüşte de olsa söz tutuldu.
Anadolu Üniversitesi bölünme tecrübesini ilk kez yaşamıyor. Ancak, bu sefer başına gelen diğerlerinden hayli farklı. Bölünmenin getireceği sorunların daha uzun bir süre her iki üniversiteyi meşgul etmesi kaçınılmaz görünüyor. Eskişehir Teknik Üniversitesinin kendi ayakları üzerinde duran bir üniversite haline gelebilmesi hayli zaman alacak gibi. Tabii bu kendine gelme süreci iki üniversitenin yanı sıra kamu maliyesine de ilâve yükler getirecek.
Önce, bu bölünmenin diğerlerinden neden farklı olduğunu açıklamaya çalışayım.
Bir kere Afyon, Kütahya ve Bilecik’te kurulan üniversiteler hiçbir zaman Anadolu Üniversitesi’nin bölünmesi sonucunda ortaya çıkan üniversiteler olarak değerlendirilmemiştir. Aksine, bu üniversitelerin kurulması Anadolu Üniversitesi için bir övünç vesilesi olmuştur. Bu illerde Anadolu Üniversitesine bağlı bir iki fakülte (İİBF) ile meslek yüksek okulundan başka bir birim bulunmuyordu. Bu okullara karşılık gelen okullar zaten Anadolu’da mevcuttu. Netice itibariyle uzun yıllar Anadolu Üniversitesinin taşrası muamelesine tâbi tutulan komşu illerimizin iyi-kötü birer üniversiteye kavuşmaları isabetli olmuştur.
Osmangazi Üniversitesinin kuruluşu ise hayli ilginçtir. Politikacılarla o zamanki Anadolu Üniversitesi yöneticilerinin kurnazlıklarının bir eseridir Osmangazi Üniversitesi. Politikacılar bir zahmete girmeden Eskişehir’e ikinci bir üniversite kazandırdık diye övünmüşlerdir. Zamanın Anadolu Üniversitesi yöneticileri de bu durumu bir fırsat bilerek sırtlarında bir kambur gibi gördükleri Tıp Fakültesinden kurtulmuşlar ve normalde yeni üniversite tarafından kurulması uygun olan fakülteleri OGÜ’ye devrederek, kendi kişisel tercihlerine göre seçtikleri öğretim elemanlarıyla devredilen fakültelerin yerine Anadolu’da yenilerini kurmuşlardır. Şöyle de diyebiliriz: Yeni üniversite eskileri aldı. Eskisi yenileri kurdu. Deyim yerindeyse Bir kurnazlık yarışıdır OGÜ’nün öyküsü. Durum böyleyken OGÜ’nün kuruluşu Anadolu Üniversitesi’ni derin bir şekilde etkilememiştir. En azından Anadolu Üniversitesine bir maliyeti olmamıştır. OGÜ de bir ölçüde kendini toparlayarak bugünlere gelebilmeyi başarmış, şehrimiz nispeten daha iyi bir tıp fakültesine ve güzel bir kampüse kavuşmuştur.
Anadolu Üniversitesi bölünmek suretiyle kurulan Eskişehir Teknik Üniversitesi’ne gelince….
Ben bu durumu “karpuz gibi ortadan yarılmaya” benzetiyorum. Ancak, karpuz düzgün bir şekilde ikiye bölünmüş değildir. Kamyondan düşmüş bir karpuz gibidir şu anda Anadolu Üniversitesi!
Bölme işleminin neden sorunlu olduğunu basit hukuki gerçekliği hatırlatmakla işe başlayabiliriz: Anadolu Üniversitesi ve Eskişehir Teknik Üniversitesi artık iki farklı kamu tüzel kişisidir. Yani, kendilerine ait organları, personeli, menkul ve gayrimenkul mal varlıkları, kendi bütçeleri olan kamu kurumlarıdırlar bunlar. Uymak zorunda oldukları yasalar da vardır haliyle.
İlk sorun her iki üniversitenin fiziksel sınırlarını belirlemektedir. Kamuoyu, ESTÜ İki Eylül Kampüsünde; Anadolu Üniversitesi de Yunusemre Kampüsünde diye düşünmektedir. Durum tam öyle değil!
Kuruluş yasası, Anadolu Üniversitesine bağlı beşi fakülte, ikisi meslek yüksekokulu ve üçü enstitü olmak üzere toplam on birimi Eskişehir Teknik Üniversitesine bağlamak suretiyle kurmuştur yeni üniversiteyi. Diğer bir deyişle, yasa kampüsleri değil yükseköğretim birimlerini esas almıştır. Ancak, bu birimler seçilirken iki fakülte ve bir enstitünün Yunusemre Kampüsünde; Anadolu Üniversitesinde bırakılan Yabancı Diller Yüksekokulunun ise İkieylül Kampüsünde bulunduğu gözden kaçırılmıştır. Belki de önemsenmemiş, zaman içinde bunlar da kendi kampüslerine taşınırlar diye düşünülmüştür. Bence hata yapılmıştır.
Öncelikle, her iki Üniversiteye ait, daha doğrusu ESTÜ’ye bırakılan taşınmaz varlıkların neler olduğunu belirlemek gerekmektedir. İlke olarak ESTÜ’ye devredilmeyen ya da tahsis edilmeyen varlıklar Anadolu Üniversitesine ait olmaya devam etmektedir diyebiliriz.
Yasa, Anadolu Üniversitesinden ESTÜ’ye bağlanan yükseköğretim birimlerine Maliye Bakanlığınca tahsis edilmiş olan veya fiilen bunların kullanımında bulunan taşınmazlar Eskişehir Teknik Üniversitesine tahsis edilmiş sayılır hükmünü içermektedir.
Bu hükmün karşıt anlamından çıkan ilk sonuç, ESTÜ’ye bağlanan fakülte, yüksekokul ve enstitüler dışında kalan taşınmazların Anadolu Üniversitesine ait olmaya devam ettiğidir. Örneğin, İkieylül Kampüsünde bulunan spor tesisleri, yemekhane-kafeterya gibi sosyal tesisler ve devredilen yükseköğretim birimlerinin dışındaki (inşaatı sürmekte olanlar dahil) diğer taşınmazlar yasa gereği Anadolu Üniversitesine ait olmaya devam etmektedir.
Peki, İkieylül Kampüsünün bütünlüğünü sağlamak açısından söz konusu taşınmazların ESTÜ’ye devredilmesi gerekmez mi? Gerekebilir. Nitekim, 5018 sayılı Kanun bunun yolunu yordamını göstermektedir. İlgili yasa (madde 45/4) şöyle demektedir: “Kamu idareleri, ihtiyaç fazlası taşınırları ile görmekle yükümlü olduğu kamu hizmetlerinde kullanılacağına ve amacına uygun kullanılmaması halinde geri alınacağına dair tapu kütüğüne şerh konulması kaydıyla taşınmazlarını diğer kamu idarelerine bedelsiz olarak devredebilir.”
Burada yasanın lâfzında bulunan “devredebilir” sözcüğüne dikkat çekmek isterim. Hukuk tekniği açısından bu tür bir ifade bir devir zorunluluğu anlamına gelmez. Devretmeye karar verip vermemek konusunda Anadolu Üniversitesinin bir takdir yetkisinin bulunduğu anlamına gelir. Diğer bir deyişle, İkieylül Kampüsünde bulunan ve Kuruluş Yasası tarafından ESTÜ’ye tahsis edilmemiş taşınmazlarını yeni kurulan üniversiteye devredip devretmeyeceğine karar verme yetkisi bütünüyle Anadolu Üniversitesine aittir. Bu konunun YÖK’e götürülerek orada çözümlenmesi de mümkün değildir. Elbette, Anadolu Üniversitesi kararını “kamu yararı” ölçütüne göre verecektir. Örneğin, ESTÜ’nün sahip olduğu personel ve bütçe imkânlarını göz önünde tutarak söz konusu taşınmazların bakım, onarım, idame ve işletme masraflarının karşılanamayacağı kaygısını taşırsa, en azından belli bir süre devirden kaçınabilir.
Yunusemre Kampüsünde bulunan Fen Fakültesinin durumu ise başlıbaşına bir sorundur.
Fen Fakültesinin binası şu anda yasayla ESTÜ’ye tahsis edilmiş durumdadır. Tahsis, kamu idarelerince veya bizim başımıza geldiği gibi doğrudan yasayla kamu hizmetlerinin yerine getirilebilmesi amacıyla mülkiyetlerindeki taşınmazların bir başka kamu idaresinin kullanımına bedelsiz olarak bırakılmasını ifade eder. Binanın içindeki bütün araç, gereç, teçhizat, laboratuvar vs. de ESTÜ bünyesindeki Fen Fakültesine devredilmiştir.
Taşınmaz tahsisisi belirsiz bir süre için yapılır. Eğitim-öğretim faaliyeti sürdüğü müddetçe Fen Fakültesi bu binayı kullanmaya devam edebilir. Ancak, bu süresiz olduğu anlamına gelmez. Örneğin, kendi binası hazır olunca taşınması gerekebilir.
Güzel! Sorun nerde peki?
Sorun şu ki Fen Fakültesi taşınması kolay bir bir bina değildir. Daha doğrusu, milyonlarca lira masraf yapmadan o laboratuvarları, araç-gereci ve donanımı bir başka yere taşıyamazsınız. Fen Fakültesi Türkiye’nin en donanımlı fakültelerinden biridir. İkieylül Kampüsünde bu binanın bir benzerini inşa etmek için yine milyonlarca lira tutarında kamu parası harcanması gerekecektir. Anadolu’nun elinde ise nasıl kullanacağını bilemeyeceği devasa bir kaba inşaat kalacaktır. Yani, durduk yerde, sırf bir tabelâ değişikliği için yüz milyonlarca liralık kamu zararı ortaya çıkacaktır.
Benim aklıma bir tek çözüm geliyor. Tek cümlelik bir yasa hükmüyle ya da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle Fen Fakültesini tekrar Anadolu Üniversitesine bağlamak. Bir kaç cümlelik yasayla koskoca üniversiteyi ortadan bölmeyi başaran siyasiler için bunu yapmak zor olmasa gerek! Üstelik bu sefer doğru bir cümle kurmuş olacaklar.
Herhalde, hiç kimse Anadolu Üniversitesinde Fen Fakültesinin ne işi var demeyecektir. Eczacılık Fakültesi ve Sağlık Bilimleri Fakültesi yerinde durduğuna göre Fen Fakültesi de yerinde durabilir. Aslında Fen Fakülteleri fizik, kimya, matematik gibi klasik bölümleriyle sosyal bilimler ağırlık üniversitelere en az teknik üniversiteler kadar yakışan okullardır. Harvard Üniversitesinde iktisat, tarih, kamu yönetimi gibi bölümlerle fizik, matematik, kimya gibi bölümlerin aynı fakülte (Fen Fakültesi) bünyesinde bulunduğunu hatırlatmaya bilmem gerek var mı?
Bölünme, sanıldığından çok daha fazla sorun yaratacaktır. Bu sorunların salt iyiniyetle düzenlenmiş protokollerle çözümleneceğini düşünmek için eskilerin deyişiyle safdil olmak gerekir. Bir de şu var: İnsanlar ait oldukları gruptan koparılınca, artık o grubun bir parçasıymış gibi davranmaya son verirler ve ondan uzaklaşırlar. İki üniversite arasında protokol falan denilince aklıma geldi de; söylemeden duramadım!
5 replies on “Bölünme Meselesi”
Aynı sorun Mimarlık ve Tasarım Fakültesi için de geçerli. Zira Fakülte Dekanlık binamız, iki bölümümüz, Maket ve Model Atölyemiz, Mobilya Atölyemiz, Moda ve Tekstil Tasarımı Laboratuvarları ve Atölyeleri, Sayısal Üretim Laboratuvarlarımız Yunus Emre Kampüsünde üç farklı yapıda yer alıyor. Ama sorunun bir şekilde çözüleceği konusunda umutluyuz.
BeğenBeğen
Sadece Fen Fakültesinin geri alınması ile bu sorun çözülemez. Bu olaya kısır bakmak anlamına gelir. Mühendislik Fakulteleri, Meslek okulu öğrencileri ve elemanları da Fen Fakültesinden yaralanmaktadır. SORUN bir bilirkişi ekibi tarafından acilen incelenip bu karardan donülerek aşılabilir. Tam teşkilatlı saygın ve bilimselliği tartışma götürmez bir üniversitenin yarımşar teşkilatlı iki üniversiteye dönüstürulmesinin hiç bir anlamı ve faydası yoktur. Ayrıca fiziksel olarak bölünmesi yılları alacak bir durum arzetmektedir. Bu durumdan ögrencılerin ve özellikle bilimsel çalışma aşamasında olan araştırmacıların etkileneceği , eleman yetiştirmede zaafların ortaya çıkacağı diğer bölünen Üniversite örneklerinden bellidir. 12 yıl 4 dönem üniversite yönetin kurulu üyeliği yapmış ve Anadolu Üniversitesinin gelişmesi ve büyümesi yönünde bir çok karara imza atmış eski bir hocanız olarak görüşlerim bu yöndedir.
BeğenBeğen
Bir Fen Fakültesi mensubu olarak söyleyebilirim ki geri dönme hevesi kalmadı bende… Hatta en iyisi bir an evvel diğer kampüse taşınmamız ve hergün görüp sinir olmaktansa yavaş yavaş duruma aşılmamız olacaktır. Döner sermayeden gelen ek ücret umrumda değil, proje paraları gittikten sonra geriye kalanın bir önemi yok. Anadolu Üniversitesi’nin gururu olan bilimsel çalışmalarımızın üstüne dökülen benzin ve ateşlenen kibritten başka birşey göremiyorum bu ayrılma meselesinde. Azot analiz cihazının maşası 100 Euro, 630 tl bugünün parasıyla. En ufak giderim bu iken benden Q1 yayını nasıl beklenebilir? Üzgünüm, bilim de parayla…Proje parası olmadan, bakım onarım, sarf olmadan ne araştırması ne yayını olabilir Allah aşkına? Fen bilimlerinin eli ayağı kesildi, olan budur. Saygılarımla Sayın Hemşehrim Hocam…
BeğenBeğen
Recai hoca, OGÜ’ni örnekleyerek bölünme konusuna zaman perspektifinden bakmamızı sağlıyor, üniversitelerimizin yakın geçmişte de kolayca bölündüğünü hatırlatıyor. Alper hoca, üç ayrı mekana bölünmüş bir fakülteyi yıllardır bir araya toparlamaya çabalıyor. Üniversiteleri hesapsızca bölme cesaretinin ardında biraz da geçmişteki uygulamaların, idarecilerin sorumluluğu olduğu söylenebilir. Bazı üniversitelerde Rektörlük seçimleri öncesinde eşi benzeri olmayan bölümlerin zorla bulunmasını, yeni fakülteler icat edilip kurulmasını birlikte yaşadık. Ortak alanların eğitiminin bile bölünebileceğine dair bu anlayışı, cesareti veya cehaleti yayan ne yazık ki bu hırstı. (Tasarım ve Moda bölümlerinin ayrı bir birim olarak kurulmasına karşı çıkmış, GSF’nin bünyesinde kurulması için çabalamıştım) Bölünmelerin toplam güçten kaybettirdiğine inananlardanım. Şehrini, üniversitesini seçen akademisyenlerin, öğrencilerin tercihleriyle oynanılmaması, ekonomik düzenlerinin ve morallerinin bozulmaması yerinde olur. Umarım yanlıştan dönülür ve gelecekte yeni bölünmeler de olmaz. Önemli konuya değindiği için Recai hocaya teşekkürler.
Bilgehan Uzuner
BeğenBeğen
“Bölünme” meselesi konuşulduğunda üzerinde düşünülmesi gereken en önemli konulardan biriside Spor Bilimleri Fakültesinin durumudur. “Spor Bilim(leri)” sonunda ki çoğul ekinden de anlaşılabileceği üzere ayakları farklı disiplinlere basan bir yapıyı ifade etmektedir. Özellikle 4 bölümden üçü olan Spor Yöneticiliği, Rekreasyon ve Beden Eğitimi ve Spor Öğretmenliği bölümleri tamamıyla Sosyal Bilimler ve Eğitim Bilimleri temeline dayanan alanlardır. Antrenörlük Eğitimi bölümü de hakeza çoğunlukla sosyal ve eğitim bilimleri temelli bir çalışma disiplinidir. Sadece bu disiplin altında yer alan “Biyomekanik” alt çalışma alanı mühendislik bilimlerine yakın bir alandır. Yani, Spor Bilimleri fiziken ESTÜ’de yer almasına rağmen akıl ve bilimsel olarak Anadolu da yer almaktadır.
Küçük bir vurgu daha yapmak isterim; Anadolu Üniversitesi büyük yatırımlarla yaptırdığı salondan yoksun, hiç kapalı spor tesisi bulunmayan bir hale gelmiştir. Türkiye Üniversite Spor Federasyonu müsabakalarında katılım sayısı açısından çok uzun süredir ilk sırada, madalya sıralamasında ise ilk üç’te yer almıştır. Spor takımlarının büyük çoğunluğu SPBF ve AÖF öğrencileri ve geri kalanları da diğer fakültelerin öğrencilerinden oluşan Anadolu Üniversitesi bu başarı hikayesinden hızla uzaklaşacak ve önemli bir prestij kaybı yaşayacaktır.
“İleride çok iyi olacak” argümanından başka hiçbir mantıklı açıklama bulamadığım ve bunun dışında herhangi bir açıklamaya da rastlayamadığım “bölünme” yaklaşımından vazgeçilmesinin en kolay çözüm yolu olduğunu düşünenlerdenim. Değerli devlet büyüklerimizin bu durumu yeniden değerlendirmelerini arzulayarak herkese saygı ve sevgilerimi sunarım.
Son söz olacak şekilde Recai hoca’nın “karpuz” analojisini bir adım daha ileri götürmek isterim. Bir karpuzu öyle yada böyle ikiye böldük ama asla iki karpuzumuz olmadı/olmayacak.
BeğenBeğen