Kategoriler
Kitap

Türk Mektupları

Eski seyahatnameleri severim.

“Nesini seversin?” diye sorarsanız pek çok sebep sıralayabilirim. Bir kere, gördüğüm-bildiğim yerlerin yüzlerce yıl önceki hallerini anlatan metinler beni fazlasıyla heyecanlandırır! Örneğin, büyük gezginimiz İbn Battuta’nın günümüzden tam 700 yıl önce, Eskişehir’den İstanbul’a giderken defalarca kenarından geçtiğim Mekece Köyünde  bir gece kaldığını, orada güzel bir şekilde ağırlandığını okuduktan sonra, Mekece benim için kenarından geçilen sıradan bir köy olmaktan çıkmıştır. Şimdi ne zaman oradan geçsem İbn Battuta’nın hemen önünden giden ve atının üzerinde dimdik duran bir Türk hatunu gözümün önüne gelir. Sakarya Nehri’nin azgın (!) sularını atıyla  geçmeye çalışan bu kadının nehrin korkunç anaforları arasında verdiği ölüm-kalım mücadelesini hatırlarım. Artık ehlileşmiş uslu bir nehir olan Sakarya’nın isminin cehennem anlamına gelen “sakar” sözcüğünden gelmiş olabileceğini söyleyen Battuta’nın kulaklarını çınlatırım; benimle birlikte seyahat edenlerin koro halinde “Biliyoruz hocam!” diye haykırmalarına aldırmadan.

turk mektuplari kapak

Bugünlerde tadı damağımda kalan benzer türde bir kitap okudum. Bu sefer yazar Battuta gibi bizden biri değildi. İsmini telâffuz etmenin hayli zor olduğu (Ogier Ghiselin de Busbecq) Flâman asıllı bir diplomat tarafından kaleme alınmıştı okuduğum kitap.

Kitabın ismi “Türk Mektupları”. 1555-1560 yılları arasında Avusturya İmparatorunun elçisi sıfatıyla Osmanlı ülkesinde bulunan Busbecq’in, aynı zamanda meslekdaşı olan bir arkadaşına gönderdiği uzun mektuplardan oluşuyor bu kitap. Kitap mektuplardan oluşmakla birlikte, batıda gezi edebiyatının ilk örnekleri arasında kabul ediliyor.  Her halde Busbecq bir dostuna yazdığı bu mektupların günün birinde bütün dünyanın gözleri önüne serileceğini hiç aklından geçirmemiştir. Mektuplardaki hoşsohbet, kimi zaman da dedikoducu üslûbu buna borçluyuz muhtemelen.

Kitabı tadından yenmez hale getiren yalnızca hoşsohbet üslûp değil elbette. Bir rönesans aydınının tipik özelliklerini taşıyan yazar son derece güçlü bir gözlem ve kritik yeteneğine sahip. Zamanın önemli Avrupa üniversitelerinde eğitim gören Busbecq’in ilgi duyduğu alanlar hayli geniş: Botanik, zooloji, dilbilimi ilgi alanlarından sadece bir kaçı. Ayrıca tutkulu bir koleksiyoner. Bütün bu özellikleri mektuplarına yansıyınca, konu da 16. yüzyıl Osmanlı Devleti ve Türkler olunca kitabı elinizden bırakamıyorsunuz!

Busbecq, Estergon civarında ilk kez Türk süvarilerle karşılaşmasını şöyle anlatır örneğin:

Parlak boyalı kalkanları, mızrakları, değerli taşlarla süslü palaları, rengârenk sorguçları, kar beyazı sarıkları, pembe veya mavimsi yeşil kıyafetleri, muhteşem atları ve koşum takımlarıyla gözlerimin alışık olmadığı pek hoş bir manzara karşısındaydım.

Yeniçerilerle karşılaşmasını da dikkat çekici ifadelerle anlatır:

Yeniçerilerle ilk defa Buda’da karşılaştım. Piyadelere bu ismi veriyorlar. Sultanın imparatorluğa dağılmış 12.000 kişilik yeniçeri gücü var. Bunlar düşmana karşı kaleleri, halkın tecavüzüne karşı da Hıristiyanları ve Yahudileri korurlar. Büyük küçük hiçbir köy, kasaba veya şehir yoktur ki Hıristiyanları, Yahudileri ve ve diğer acizleri kötülere karşı korumakla vazifeli yeniçeri muhafızlar bulunmasın. Buda kalesinde daimi bir yeniçeri birliği var…… Yeniçeriler ziyaretime genellikle ikişer ikişer gelirlerdi. Yemek odama alındıkları zaman beni saygıyla selamlıyor, adeta koşar adımlarla yaklaşıp elbisemin eteğini veya elimi öper gibi tutarak bir demet sümbül veya nergis takdim ettikten sonra bana sırtlarını dönmemeye dikkat ederek aynı hızla kapıya gidiyorlardı. Sırtını dönmek onlara göre saygısızlık addolunuyor. Kapıda ellerini göğüslerinin üzerine kavuşturarak gözleri yerde, sessiz ve hürmetkâr dururlardı. Onları askerden çok keşiş sanabilirdiniz.

Bu satırlara bakarak Busbecq’in, örneklerine günümüzde de rastladığımız Avrupa’da gördüğü her şeye hayranlıktan başka bir hissiyat taşımayan bizim tanzimat aydınları gibi, doğunun büyüsü karşısında efsunlanmış bir tip olduğunu düşünmeyin. Aksine, sadık bir hıristiyan olduğunu her zaman hissettiren Busbecq, Türklerden bahsederken “yabani” sıfatını sıklıkla kullanır. Sicilya izlenimlerime ilişkin bir yazımda değindiğim üzere 16. yüzyıl Avrupa’da basma kalıp Türk imajının kolaylıkla benimsendiği bir yüzyıldır.

Bu yüzyılda Budapeşte dahil Macaristan ovası türklerin kontrolündedir. Viyana kuşatmasının hatıraları henüz çok tazedir ve Kanuni hayattadır. Her ne kadar türk ilerlemesi durdurulmuş ise de sahip olduğu güç korku salmaya devam etmektedir. Habsburg-Osmanlı rekabeti hem savaş meydanlarında hem de diplomasi alanında sürmektedir. Stereotip türk imajı propaganda savaşının vazgeçilmez bir silahı olarak kullanılmaktadır. Diğer bir deyişle, “türk” denilince batılıların aklına vahşi, kana susamış, gaddar, insanlıktan eser taşımayan bir yaratık gelmektedir.

Busbecq’in türklerden “yabani” olarak bahsetmesini buna yormalıyız. Fakat, Avrupalılara birinci elden tanıklığa dayalı daha dengeli bir Osmanlı görüntüsü sunan yine Busbecq olmuştur.

Busbecq, 16. yüzyılın Avrupası ile Osmanlı arasında son derece ilginç karşılaştırmalar yapar. 500 yıl önce yapılan aşağıdaki tespitler eminim size de çok çarpıcı gelecektir:

Türk imparatorluğunda her insanın içine doğduğu şartları değiştirme ve kaderini tayin etme imkânı vardır. Sultanın altındaki en yüksek mevkilere sahip kimseler genelde sığırtmaçların oğullarıdır. Böyle doğmuş olmaktan utanç duymak şöyle dursun, bununla övünürler. Kendilerini ecdatlarına ve tesadüfen doğmuş oldukları ortama ne kadar az borçlu hissederlerse duydukları gurur o derece büyüktür. Meziyetlerin doğum veya miras yoluyla soydan geçtiğini kabul etmezler. Onlara göre meziyetler kısmen Tanrı’nın bir lütfu kısmen de aldıkları talim ve terbiyenin, gösterdikleri çabanın ve hissettikleri şevkin ürünüdür. Nasıl ki müzik gibi sanata, matematik ve geometriye olan istidat babadan oğula geçmiyorsa, karakterin de irsi olmadığını, oğulun mutlaka babasına benzemesi gerekmediğini ve vasıfların insana Tanrı tarafından ihsan edildiğini düşünürler. Dolayısıyla, Türkler arasında itibar, hizmet ve idari mevkiler kabiliyet ve faziletin mükafatı oluyor. Kişi tembel ve sahtekâr ise hiçbir zaman yükselmiyor, küçümsenip hakir görülüyor. İşte Türkler bu nedenle neye teşebbüs etseler başarılı oluyorlar ve hükmeden bir ırk olarak hakimiyetlerinin hudutlarını hergün genişletiyorlar. Bizim usullerimiz ise çok farklı. Bizde meziyete yer yoktur. Herşey doğuma dayanır ve yüksek mevkilerin yolunu açan sadece soylu olmaktır.

Busbecq’in ilk kez Amasya’da Kanuni Sultan Süleyman’ın huzuruna çıkarılışına ilişkin izlenimlerini de aktarmadan geçemeyeceğim. Avusturya elçisi son derece canlı  ve renkli sözcüklerle Amasya’da kamp kurmuş Osmanlı ordugâhını, oradaki disiplinli düzeni, en ince ayrıntılarla komutanların ve askerlerin üzerindeki giysileri, verilen ziyafeti anlattıktan sonra Kanuni Sultan Süleyman’ın kendi üzerinde bıraktığı etkiden bahseder:

Yılların ağırlığını hissetmeye başlamış olmasına rağmen davranışındaki asalet ve genelde dış görünüşü böyle uçsuz bucaksız bir imparatorluğun hükümdarına yakışır seviyede. Her zaman tasarruftan yana ve kendine hakim. Hatalar yapmış olabileceği gençlik döneminde bile Türklerin gözünde suçlanmamış. İlk yıllarında dahi şaraptan uzak durmuş, Türklerin ekseriya düşkünü olduğu kötü alışkanlıklara kapılmamış. Onu en acımasızca tenkit edenler bile karısına aşırı derecede boyun eğmesinden ve sonuçta Mustafa’nın katlinden başka aleyhinde ileri sürülecek önemli bir şey bulamıyorlar. 

Busbecq, mektuplarında İstanbul’dayken sıkça temas kurduğu dönemin kudretli sadrazamı Rüstem Paşa hakkında, karakter tahlillerini de içeren ayrıntılı bilgiler verir. Yine, Rüstem Paşa’nın halefi Semiz Ali Paşa’dan söz eder. Busbecq’in Semiz Ali Paşa’yı bana çok sevdirdiğini belirtmeliyim. Bu arada Osmanlı devlet adamlarına  bir komplekse kapılmadan verilen bu lâkaplara bayılıyorum. Öküz Mehmet Paşa ile 7-8 Hasan Paşayı bu vesileyle saygıyla anıyorum 🙂 .

Busbecq, meraklı bir adam. Sadece görevi dolayısıyla ilgilenmek zorunda olduğu siyasi konulardan ve kişilerden söz etmiyor mektuplarında. Gündelik hayata, toplumsal düzene, etnik gruplara, mimariye, dine, kadınlara, giysilere, kervansaraylardaki hayata ilişkin pek çok şey anlatıyor bizlere. O dönemde yaygınlaşmaya başlayan ateşli silahlara Osmanlı ordusunun neden bir türlü alışamadığına ve gereken ilgiyi gösteremediğine dair ilginç görüşler ileri sürüyor.

Bir zamanlar Çetin Altan yerli yersiz “Avrupa’da düello geleneği vardır, bu mertlik göstergesidir; bizde pusu kurmak vardır, bu kalleşliktir” şeklinde özetlenebilecek yazılar yazar, Avrupalıların mert bizim milletimizin ise kalleş olduğunu ima ederdi! İşte, Busbecq iki sancak beyinin aralarında çıkan husumeti düello yoluyla çözmeye kalkışmaları üzerine Divan’ın gündemine gelen bu düello meselesine  Çetin Altan’dan tamamen farklı bir yorum getiriyor. Meraklıları düello tartışmasının nasıl sonuçlandığını kitaptan okuyabilirler. Böylece 500 yıl önce yaşayan Rönesans aydının mı, yoksa Çetin Altan’ın mı haklı olduğu konusunda bir değerlendirme yapabilirler!

Avrupalıların lâleyi bizden aldıklarını biliyoruz. Peki, onları bu güzel çiçekten ilk kez haberdar eden ve ilk lâle soğanlarını beraberinde götüren kim dersiniz? Yoğurdu kimin vasıtasıyla öğrenmiş olabilir Avrupalılar? İmparatoruna ülkesinde çoğaltması amacıyla İstanbul’dan küçük bir deve sürüsü götüren yabancı devlet adamını sorsak?

Bu soruların yazıyı nasıl bağlarım huzursuzluğundan kaynaklandığını siz anladınız sevgili blogseverler.  Her ihtimale karşı biz şuracığa yazıverelim malum cevabı!

 IMG_8677

Türk Mektupları, İş Bankası Kültür Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Kitaba ulaşmak için bu linke tıklayabilirsiniz.

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

9 replies on “Türk Mektupları”

Değerli hocam, Bodrum’da olduğum için bu güzel yazıdan ancak haberdar oldum. Zevkle okudum, kutlarım. En kısa zamanda kitabı okumak şart oldu.
Saygılarımla.

Liked by 1 kişi

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s