Tanışıklık
Barışıklık getirir
Hüzüntü 38
Tan Oral yeni çıkan kitabını imzalayarak göndermiş. Sağ olsun!
Yukarıdaki başlıktan sonra hayli sıkıcı bir giriş cümlesi, farkındayım.
Tan Oral, okurlarının imza taleplerini geri çevirmez elbet. Kitabın tanıtım toplantısına katılamama rağmen, Sadettin aracılığıyla gönderdiğim selamıma kitabını imzalayarak mukabelede bulunması ne kadar incelikli bir davranış. Çok sevindim gerçekten!
Çünkü, ismi bende olumlu çağrışımlar uyandıran aydınlarımızdan, sanatçılarımızdan biridir Tan Oral.
Nezâket, samimiyet, içtenlik hiç kuşkusuz insan olana yakışan özelliklerdir. Tanım gereği “iyi” olan bu özelliklerin öylesine farklı görünümleri vardır ki, pek çok insan hakkında bu sıfatları kullandığımızda “iyidir, hoştur” dedikten sonra “ama….” diye başlayan çekinceler sıralamaktan kendimizi alamayız! Tan Oral için bu sıfatları “amasız”, “fakatsız” kullanabileceğimi düşünürüm. Nezaket sahibi bir insandır hakikaten. İçselleştirilmiş, doğal, moda söyleyişle “organik” bir nezakettir onunki. Üzerinde bir süs gibi durmaz. Çizgilerinin sadeliğini taşır. İsmi Tan’dır, ama tantanası yoktur. “Rikkat” (lügate bakınız lütfen) sahibidir kendileri. Nezâket dediğimiz tutum ve davranışlar sonradan da edinilebilir. Daha çok fizikle ilgilidir. Rikkat ise gönülden gelir. İçtenlik, merhamet ve bir parça da hüzün gerektirir. Fizikten ziyade metafizikle ya da kimya ile ilintilidir. “Taşların kalp atışlarını duyanlar”dır rakik insanlar. (Şimdi de Gün Doğmadan, Hızırla Kırk Saat’e-8. Saat bakınız.)
Baktıysanız devam edelim :).
Dedim ya Tan Oral ismi bende olumlu çağrışımlar uyandırır!
Bir de kedi mevzuu var. Kedili insanlara bir meylim vardır. Daha doğrusu kedi severleri ve babalarıyla sorun yaşamayanları ayrı tutarım. Kedi sevgisi ve baba takıntısı olmamak insan tercihlerimde beni hayal kırıklığına uğratmamıştır diyebilirim. Tan Oral’ın kedi sevdiğini ya da kedilerin Tan Oral’ı sevdiğini dünya-alem biliyor.

Kendileriyle Anadolu Üniversitesinde tanışmıştım. Fakültede bir sergi salonu açmıştık. Sergi salonumuz ışıl ışıl, memleketin ortamı ise alaca karanlık kuşağı gibiydi. Üniversite’de de durum farklı değildi. Rektörlük seçimleri yapılıyordu. Zaten gergin olan ortamı -hiç de öyle bir niyetimiz olmadığı halde- daha da germek istercesine “Memnuniyetsizler” sergisinin hayli büyük afişini boydan boya fakültenin dış duvarına asmıştık. Memnuniyetsiz olmasına memnuniyetsiz idik ama bu sergi eskilerin deyişiyle tamamen bir “tevafuk” eseriydi. Yani, kendiliğinden denk gelmişti.
Sergilerin açılışında adettir, bir sunuş konuşması yapılır. Ben neler söyleyebilirim diye düşünürken Cemal Süreya’nın “99 Yüz” isimli kitabı imdadıma yetişti. Tan Oral’ın çizgilerle yaptığını Cemal sözcük darbeleriyle başarmıştır, bir çeşit “Kim Kimdir?” ansiklopedisi niteliğindeki bu eserinde:
Yumuşak çizgi. Sanki Tan Oral çıkıyor, minareden aşağı bir çamaşır ipi bırakıyor. Yerçekimi de azalmış sanki. O ip nasıl oynar havada, işte öyle bir çizgi. Yumuşak, ama hiçbir zaman gevşek değil. Gereğinde aynı çamaşır ipi kendini aşağıya bırakanın eline hızla dönecektir. Hem de, sözgelimi, kement kıvamına girmiş olarak.
Sergiden sonra mıydı önce miydi anımsayamadım, birlikte kısa bir Eskişehir turu yapmıştık. Yenilerde restore edilmiş küçük bir caminin önünden geçerken “İnsanın namaz kılası geliyor!” demişti. Nasıl mutlu olmuştum ağzından dökülen bu sözlere anlatamam. Aynı safiyetle “Cemal’in minareye çıkardığı Tan Oral aşağı inse, camiden içeri giriverse” diye geçirmiştim içimden ılık ılık. Neyse, Hüzüntü 172’de rica ettiği gibi “üstüne varmayalım”.
Yine bir başka gün, bu sefer İstanbul’da, Çemberlitaş’ta Türk Ocağının kahvesinde buluşmuştuk. Duvarında kırmızı bir levhada “Türk Ocağındasınız, hareketlerinize dikkat edin!” uyarısı bulunan mekânda. Biz diriler tabii dikkat ediyorduk hareketlerimize kendimizi bildiğimizden beri. Ama Hazirenin genişçe avlusunda, II. Abdülhamit’in türbesinin yanı başında şimdi koyun koyuna sessizce uzanmış yatan eski ölüler zamanında pek de dikkat etmemişlerdi hareketlerine. İşte böyle bir ortamda kahvelerimizi yudumlarken Batının hiç değişmediğinden, bizlerin ise gereğinden fazla değiştiğimizden yakınmıştım. “Keşke” demiştim “Onlar biraz değişmiş olsalar bizse bu kadar fazla değişmemiş olsaydık.” Tan Oral, “Son zamanlarda bu konuyu çok düşünüyorum” diye karşılık vermişti. Kısa denilebilecek bir zaman diliminde ülkemizin ve toplumumuzun geçirdiği kaotik değişim Tan Oral’ı da düşündürüyor olmalı diye geçirmiştim içimden.
Bu anıyı “Hüzüntü” isimli yeni kitabını okumaya başladığımda karşıma çıkan şu satırlar hatırlattı bana:
Yeniye karşı çıkmak,
eski alışkanlık
Eskiye karşı çıkmak
yeni alışkanlık
Hüzüntü 46
Tan Oral’ın kitabı her şeyden önce tasarımının güzelliğiyle dikkat çekiyor. İçeriğinden bağımsız olarak “Hüzüntü” cildiyle, kapağıyla, kâğıdının kalitesiyle sanatsal bir tasarımın ürünü. Salt bu özellikleriyle kütüphanemizde müstesna bir yer edinmeyi hak ediyor kitap.
İçeriğine gelince; önce “bu bir şiir kitabı” dedim. Sonra “bu bir aforizmalar dergisi”. En nihayet “şiirsel aforizmalar” nitelemesinde karar kıldım. Nasıl nitelersek niteleyelim, metnin içinde şiir olduğu kesin. Hoşlandım, sevdim, şaşırdım, acaba (?) dedim, kuşkulandım, tahrik oldum, ayartıldım, bi dakka diye iç sesimi yükselttim; ama, fakat, lâkin hiç ama hiç kızmadım, öfkelenmedim, hadi ordan demedim!
You’ve made my day Tan abi. Berhudar olasın!

2 replies on “Minareden Aşağı Bıraktığı Çamaşır İpi ile Çizgiler Çizen Adamın İnsan Denizindeki Hırçın Dalgaları Göğsünde Sönümlendirmesi”
Usta işi bir tanıtım yazısı olmuş. Keyifle okudum..Tanıtanların çok olsun. sevgiler.
BeğenLiked by 1 kişi
Sadettin Tantan gençliğinde Tan Oral’ın hayranıymış. O kadar hayranmış ki ilk çocuğunun ismini “Tan” koymuş. Sevgi bazen acele ettirir. Tan Tantan şimdi napıyor acaba!
BeğenLiked by 1 kişi