Kategoriler
Üniversite Şehir

Anadolu Üniversitesini Kim Kurdu?

Devlet kurdu. Sorunun en basit ve yalın cevabı budur. Devlet üniversitelerini devlet kurar. Özel üniversiteleri şahıslar kurar.

Devlet üniversitelerinin kurulması sırasında bazı kişilerin daha fazla emeği geçer elbette. Kuruluş aşamasının zorluklarıyla uğraşan bu kişileri de saygıyla hatırlarız her zaman. Eskişehir’de yüksek öğretimin temeline ilk harcı koyan Orhan Oğuz’un, üniversitenin gelişmesinde önemli bir rol oynayan Yılmaz Büyükerşen’in emekleri her zaman takdir edilmiştir.

Ancak, üniversiteyi kim kurdu sorusu farklı bir sorudur? Bir üniversite kurulması her şeyden önce bir irade meselesidir. Kuruluş kararı alınmadan hiçbir kişinin bir üniversite kurabilmesi mümkün değildir. Devlet üniversiteleri için bu iradeyi göstermek de haliyle devletin işidir.

İkinci olarak, bir kaynak tahsisi gerekir üniversiteye. Bir bütçeye, taşınır-taşınmaz varlıklara ve insan kaynağına ihtiyaç duyulur. Devlet üniversitesine bu kaynakları sağlayan da Devletten başkası değildir.

İnanç, ruh, ideal, özveri, öngörü, uzak görüşlülük gibi başka şeyler de gerekir ama onlar bu yazıya sığmaz.

Bir üniversitenin kurulması için gerekli iki temel unsurda, diğer bir deyişle kuruluş kararında ve sermayesinde bir rolü olmayanlara “kurucu” sıfatını vermenin doğru olmadığını düşünürüm.

Az önce “devlet iradesi”  diyerek iri bir lâf ettik. İşin gerçeği “devlet” dediğimiz soyut bir kavramdır. Sonuçta devlet adına karar alanlar da insanlardır. Biz üniversitemizi kimin kurduğunu bilmek ve ona her medeni toplum gibi saygımızı göstermek ve şükran borcumuzu yerine getirmek isteriz öyle değil mi?

Öyleyse, bakalım kim kurmuş üniversitemizi!

Ama önce bir hususa dikkatinizi çekmek isterim. Eskişehir efsaneleriyle meşhur bir şehirdir. Şehir efsaneleri diyoruz ya onu kastediyorum. Battalgazi efsaneleri mesela “Avrupa şehri” efsanesi ya da Eskişehirspor efsanesi gibi efsanelerin yanında sıkıcı bir hikaye olarak kalır!

Üniversitenin tarihçesi söz konusu olduğunda da kuruluş öyküsüne efsaneler, mitler, kültleşmiş kişiler karışır. Gerçek bir tarih yerine antik masallar dinlemek durumunda kalırız. Tatlı, huzurlu bir uykunun beklendiği bir beşikte değil de, bir üniversitede!

Anadolu Üniversitesini kim kurdu sorusu ne zaman gündeme gelse karşımıza iki isim çıkar. Bir grup üniversiteyi her şeyi ile Büyükerşen’in kurduğunu, adeta yoktan var ettiğini ileri sürerken, diğer grup Büyükerşen’in hiçbir şey kurmadığını gerçek kurucunun Orhan Oğuz olduğunu söyler! Sınırsız övgü ile ölçüsüz sövgü arasında gerçeğin izi kaybolur gider. Bu arada her iki tarafa da bir insanın taşıyabileceğinden fazla bir yük yüklendiği gözden kaçar. Demek istediğimiz; her kurum dünyaya gelirken gelişmenin, ileriye gitmenin tohumlarını kendi yapısı içinde bulundurduğu gibi çürümenin, yozlaşmanın ve bozulmanın tohumlarını da taşır. Dolayısıyla, günün sonunda kurucu denilen kişiler de bunlardan payını alır. 

Eskişehir’de yüksek öğretimin temelinin Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu ile 1958 yılında atıldığını biliyoruz. Peki bu okulun kuruluş kararını veren Orhan Oğuz mudur? Elbette hayır. Genç bir doçentin o zamanlar toz, toprak içindeki bir Anadolu şehrinde yüksek okul açabilmesi doğal olarak mümkün değildir. Aslında, o yıllarda Eskişehir’de bir yüksek okul açmanın imkansız olduğu yönünde genel bir kanaat vardır. Dedik ya toz-toprak içinde bir Anadolu şehri! Bırakın yüksek okulu, lisenin bile fazla görüldüğü bir şehir.

031
Maliye Bakanı rahmetli Hasan Polatkan Yüksek İktisat ve Ticaret Okulunun açılışını yapıyor.

Dönemin Maarif Vekili, yani Milli Eğitim Bakanı da Eskişehir’de bir yüksek okulun açılmasına karşıdır o zamanlar. Bu okulun kurulmasını isteyen Maliye Bakanı Hasan Polatkan’dır. Milli Eğitim Bakanından aradığı desteği bulamayan Polatkan, kafasındaki fikri gerçekleştirmek için uygun zamanı kollamış olmalıdır.

Aradığı fırsat Maarif Vekilinin yurt dışında bulunduğu bir gün karşısına çıkar. Konunun asıl sahibi Milli Eğitim Bakanına vekalet eden Polatkan idari bir kararla Eskişehir Yüksek İktisat ve Ticaret Okulunu kuruverir. İş oldubittiye bağlanır yani. Devlet iradesi bir kurnazlıkla tezahür etmiş mi demeliyiz şimdi! Yoksa Anadolu Üniversitesinin kurnazlıklarına tarihsel bir kök bulduk diye sevinmeli miyiz?

Rahmetli Polatkan bu kararı alırken kafasında neler vardı, geleceğe dönük bir üniversite hayal ediyor muydu, yoksa bütün amacı şehrine mütevazı bir meslek yüksek okulu mu kazandırmaktı? Dönemin muhalefetinin iddia ettiği ve halâ dillendirilmeye devam edildiği gibi tamamen siyasi hesaplarla alınmış bir karar mıydı bu? Maarif Koleji, Eskişehir Operası ve yüksek okul girişimi; bütün bu eğitim ve kültür kurumlarının birbirine yakın tarihlere denk gelmesi bir tesadüf müdür?

Kader çizgisinin Polatkan’ı trajik sona doğru sürüklediği o yıllar ne kadar enteresan ve ne kadar hüzünlü!

Biz yine de melankoli çukuruna düşmeden hikâyemize devam edelim.

Yüksek Okul kurulmuştur artık. Sıra bir müdür bulmaya gelmiştir. O günlerde bir taşra kasabası görünümündeki Eskişehir’de, İstanbul ve Ankara’daki konforunu terk ederek görev yapacak bir öğretim üyesi bulmak kolay bir iş değildir. Muhtemelen böyle bir görevi, şehirle kişisel ve ailevi bağları bulunan, dolayısıyla Eskişehir’de yaşamayı göze alabilecek biri kabul edebilir diye düşünülmüştür. Merak ediyorum, acaba o dönemde Eskişehir’le bağı olan kaç öğretim üyesi vardı? Çok uzun bir liste yapılabildiğini zannetmiyorum.

Orhan Oğuz hem bir Eskişehirlidir hem de Demokrat Partiye yakınlığı vardır. Üstelik gençtir. Ancak, Orhan Oğuz yüksek okul müdürlüğünü kaçırılmayacak bir fırsat olarak görmez. Bir kaç kez reddettikten sonra Ankara’nın ısrarı üzerine bu görevi kabullenmek zorunda kalır. Kendisi açısından anlaşılır sebepleri vardır bu tutumun. Afganistan gibi bir başka mahrumiyet bölgesinden daha yeni gelmiştir. Oradaki birikimleriyle İstanbul-Göztepe’de bahçeli, güzel bir ev almıştır. Anne ve babasını yanına getirmiş, mutlu bir hayat sürmektedir. Bir taraftan da İstanbul’un sosyal ve kültürel yaşantısına ayak uydurmaya çalışmaktadır. Muhtemelen geleceğe ilişkin kafasında bambaşka planlar vardır. Onun yerinde kim olsa toz toprak içindeki bir şehirde, geleceği belirsiz bir okulun müdürlüğünü reddederdi. Nitekim, o da müdürlük görevini ancak ısrarlar sonucunda ve şartlı olarak kabul edebilmiştir. Şartı İstanbul’daki derslerinin devam etmesiydi. Bir ayağı İstanbul’da olacaktı diğer bir deyişle.

Böylece, Orhan Oğuz’un sonradan sık sık kullanacağı bir espriyle yani “bir mühür ve bir müdür” ile Eskişehir’in yüksek okul macerası başlar. “Bir mühür – bir müdür”  esprisi o dönemin zor şartlarını, yokluklarını ve ilk yöneticilerin çektikleri sıkıntıları vurgulamak için kullanılır genellikle. Ancak, o mühür olmasaydı Eskişehir’in bir yüksek öğretim kurumuna kavuşmak için 70’li yıllara, belki de 80’li yıllara kadar beklemek zorunda kalacağı pek düşünülmez.

Müdür bulunmuş, öğrenci kaydına da başlanmıştır. Ama ortada halâ bir kuruluş yasası  yoktur. İktidar karşıtı sert yayınlarıyla meşhur Dünya Gazetesinin yazı işleri müdürü, daha sonra “bozuk çimento” haberini de yapacak olan genç muhabirini arayarak bu işi araştırmasını söyler.

Genç muhabir Eskişehir’de açılmış bir yüksek okuldan habersiz olmanın mahcubiyeti içinde müdürle röportaj yapmak üzere adresini validen aldığı okula doğru yola çıkar. Bu yürüyüşle bir başka kader çizgisinin izleri belirginleşmeye başlar Eskişehir’in tozlu sokaklarında.

Ankara Hukuk Fakültesinde kaydı olan, ancak maddi imkansızlıklar nedeniyle derslerine devam edemeyen genç muhabir yol boyunca birinci sayfadan, belki de manşetten verilecek haberini, haberin getireceği şöhreti ve karşılığında alacağı  ücreti düşünür. Kaderin ona çok daha fazlasını sunacağını elbette öngöremez!

İşçi yatakhanesinden bozma müdür odasında Orhan Oğuz genç muhabiri nezaketle karşılar. Ve zihni yapacağı röportajla dolu muhabire hiç beklemediği bir öneride bulunur. Ondan, Ankara Hukuktaki kaydını alarak yeni açılmış yüksek okula kayıt yaptırmasını ister.

Şimdi burada bir duralım. Arkamıza yaslanalım ve derin bir nefes alalım.

Stefan Zweig’ın “Yıldızın Parladığı Anlar” dediği bir anla karşı karşıyayız.

Genç muhabirin bundan sonraki hayatı, yeni kurulmuş yüksek okulun, hatta bir şehrin geleceği “o bir tek anlık zaman dilimi içine sıkışıvermiştir”. Zweig’ın deyişiyle “tek bir evet, tek bir hayır”! Pek çok şey bireyin yazgısının belirlendiği o kısa âna, asla geri getirilemeyecek o zaman dilimine bağlanmıştır. Orhan Oğuz genç muhabire bir okul değişikliğinden çok fazlasını önermiştir farkında olmadan.

Genç muhabir sansasyonel bir haber yapma niyetiyle girdiği kapıdan okulun kayıtlı bir öğrencisi olarak çıkar. Henüz kendisi farkında olmasa da o andan itibaren bir stardır artık.

Orhan Oğuz yeni öğrencisini bir Hulusi Kentmen babacanlığı ve şefkati ile himayesine alır. Öğrenciliği devam ederken okulda ona bir memuriyet verir. Mezun olunca da asistanlık.

556
Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen ve Prof. Dr. Orhan Oğuz

1959 yılında İktisadi ve Ticari İlimler Akademilerinin kuruluş yasası çıkar. Adetimiz olduğu üzere bir kere daha “istim arkadan gelmiştir”.

Orhan Oğuz’un gayretleriyle Yunusemre Kampüsünün şekillenmeye başladığı 1968 yılında Fransa’da başlayan öğrenci olayları Türkiye’ye de bulaşır. Fransa’da saman alevi gibi kısa sürede parlayıp sönen olaylar Türkiye’de yıllarca devam eder. Şiddeti giderek artarak! Sonunda 12 Eylül 1980’de ordu yönetime el koyar.

YÖK kurulur ve Üniversiteler için merkezi bir düzen oluşturulur. İktisadi ve Ticari İlimler Akademileri üniversiteye dönüştürülerek, yıllarca devam etmiş akademi-üniversite kavgasına son verilir.

1982 yılında Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinin yerini Anadolu Üniversitesi alır. Yeniden yapılandırılan üniversitenin diğerlerinden bir farkı, ayırt edici bir özelliği vardır:  Açıköğretim. Yılmaz Büyükerşen’in en yakınındakilere dahi anlatmakta zorlandığı  açık öğretim modelinin önemini anlayan, anlamakla kalmayıp hayata geçiren 12 Eylül yönetiminin lideri Orgeneral Kenan Evren’dir.

Böylece Demokrat Parti döneminde kurulan ve 27 Mayıs’ın kurbanı Hasan Polatkan tarafından temeli atılan Anadolu Üniversitesinin, kendisine asıl şöhreti sağlayan Açıköğretimle birlikte ikinci kuruluşu 12 Eylül yönetimi, özellikle de Orgeneral Kenan Evren tarafından gerçekleştirilmiş olur! Ancak, Anadolu Üniversitesine kimin rektör olacağı henüz belli değildir.

Bu belirsizlik içinde özel sektörde çalışma planları yapan, hatta o yıllarda Milliyet Gazetesinin patronu olan Aydın Doğan ile anlaşan Büyükerşen, yazlığında dinlenirken televizyondan Kenan Paşanın kararıyla Anadolu Üniversitesine rektör olarak atandığını öğrenir.

Büyükerşen’in kopyaladığı Picasso resmi bu olmalı!

Kenan Evren ile Yılmaz Büyükerşen’in ilgi alanlarının kesiştiği tek konu açıköğretim değildir. Aralarında bir başka ortak nokta daha vardır. Her ikisi de sanata düşkündür. Gerçek midir yakıştırma mıdır bilemiyorum ama meşhur hikayedir. Kenan Evren bir gün Picasso’nun bir eserini görür ve der ki “Bunu ben de yapabilirim!” Yılmaz Büyükerşen’in farkı ise onun çoktan bir Picasso yapmış olmasıdır. Upuzun söyleşide anlatır. Yeni evlendiği yıllarda evinin romantik salonunda yine kendisi tarafından yapılmış “yalancı şömine” üzerinde bir Picasso kopyası asılıdır. Büyükşehir Belediye Başkanımızın bu yeteneği sayesinde ilerleyen yıllarda bütün Eskişehir halkı “sanat” hakkında bir fikir sahibi olacaktır.

Yılmaz Büyükerşen “Kendimden de, Eskişehir’den de, Türkiye’den de memnunum” der. Öyleyse Yılmaz Hoca mutlu bir insan olmalı. Bu söz bana bir başka ünlünün sözünü anımsatır. Sigmund Freud’un bir sözünü: “Mutluluk, çocukluk arzularının tatmin edilmesidir”.

Bir insanın kendinden memnun olması, mutlu olması bireysel anlamda güzel bir özellik tabii ki. Sanatçılar ise genellikle “memnuniyetsiz” insanlardır. Orhan Gencebay şarkısındaki gibi “Dertleri dünyadan büyüktür” çünkü. Sorunlarımızın temelinde, pek çok diğer sebebin yanı sıra yöneticilerimizin, devlet adamlarımızın, politikacılarımızın kendilerinden memnun, bir hayli memnun olmaları yatıyor olabilir mi?

Yazının sonuna geldik ama aslına bakarsanız “Anadolu Üniversitesini kim kurdu” sorusu bana giderek anlamsız bir soru olarak görünmeye başladı sevgili blogseverler. Biz Eskişehirliler bu soruyu gereğinden fazla önemsiyoruz sanırım. Kendimizi çok fazla önemsediğimizden olmalı.

Sonuçta, bütün devlet kurumları gibi Anadolu Üniversitesini de milletimizin sunduğu kaynaklarla Devlet kurmuştur. Ancak, yine bütün kurumlar için söz konuğu olduğu gibi hataları ve sevaplarıyla bu kurumun biçimlenmesinde ve bugünlere gelmesinde ilk yöneticilerinden başlayarak görev yapmış bütün yöneticiler pay sahibi olmuşlardır. Hiçbir yöneticinin emeğinin maddi ya da manevi anlamda karşılıksız kalmadığı da ortadadır. İşin gerçeği Anadolu Üniversitesi sadece yöneticilerine değil bütün çalışanlarına hak ettiğinden kat kat fazlasını vermiştir.

Asıl soru belki şu olmalıdır: Milletimiz Anadolu Üniversitesine ayırdığı kamusal kaynağın karşılığını tam olarak almış mıdır? Parasal kaynak bir yana kuruluşunun üzerinden 62 yıl geçen bu kurum millet hayatında belki en değerli kaynak olan zamanın ya da çağın hakkını vermiş midir?

Geliştirici: Recai Dönmez

Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde öğretim üyesiyim. Eskişehir'de yaşıyorum. Burada başta "Eskişehir" olmak üzere, genel olarak şehir, sanat, kültür, üniversite, gezi izlenimleri ve "ne olacak bu memleketin hali?" konularında yazılarıma rastlayabilirsiniz.

10 replies on “Anadolu Üniversitesini Kim Kurdu?”

Kaleminize saglik hocam. Keyifle okudum. Bir yeri var ki ozellikle orada takili kaldim.
“Sanatçılar ise genellikle “memnuniyetsiz” insanlardır. Orhan Gencebay şarkısındaki gibi “Dertleri dünyadan büyüktür” çünkü. Sorunlarımızın temelinde, pek çok diğer sebebin yanı sıra yöneticilerimizin, devlet adamlarımızın, politikacılarımızın kendilerinden memnun, bir hayli memnun olmaları yatıyor olabilir mi?”
bence de olabilir hocam.

Liked by 1 kişi

Derli toplu güzel bir yazı olmuş. Sahi “Anadolu Üniversitesi’ni kim kurdu?” … Her kademede kurum için yıllarını veren, ama bir adım öne çıkmamış nice adsız kahramanlar vardı. Ancak her orkestranın da bir şefi… Kemanın akordu iyi değilse, bir eksikle çalınan eserin icrası da iyi olmayacağı gibi, Anadolu Üniversitesi’nin şansı da bazı istisnaları dışında şahsı için çalışan değil, kurum için çalışan; kurum katma değer kazandıkça kendisi de kazanan idealist insanların bir arada olmasıydı.

Beğen

Verdiğimizden çok aldığımız kesin. Halen de öyle. Tüm emeği geçenlere teşekkürler. Cesur ve nazik kaleminizle Üniversitemizin kuruluş öyküsüne tarihsel bir not düşmüşsünüz. Tebrik ederim.

Beğen

Hocam sayenizde mezun olacağım üniversite hakkında ne çok şey öğreniyorum. Görünenin arkasında hep bir görünmeyen var bu durumu bu yazıda bir kez daha fark ettim. Üniversite ne katmıştır bu millete diye sormuşsunuz. Milletimizi bilmem ama bana çok şey kattı. Mezun oluyorum ve hiç değilse ne yapacağımı biliyorum. İyi bir vergi hukukçusu olacağım. Er ya da geç öyle veya böyle.

Liked by 1 kişi

“Eskişehir efsaneleriyle meşhur bir şehirdir. Şehir efsaneleri diyoruz ya onu kastediyorum. Battalgazi efsaneleri mesela “Avrupa şehri” efsanesi ya da Eskişehirspor efsanesi gibi efsanelerin yanında sıkıcı bir hikaye olarak kalır!”
Hocam, “Sanat ve Kültür Şehri” bir efsane midir? Eskişehir’in kitap ile ilişkisi, kitapevleri/sahafları ve okur-yazar mahfilleri hakkındaki görüşleriniz nelerdir? Teşekkürler.

Beğen

Güzel yazı, kalemine sağlık Recai hoca. Yazının sonundaki soru tüm ayrıntılardan önemli. Üniversitemiz hızla büyüyerek zamanın hakkını vermiş gibi görünmektedir ancak öz eleştiri yapamadığı için bence çağın hakkını verememiştir.
Bilgehan Uzuner

Beğen

Milletimiz Anadolu Üniversitesine ayırdığı kamusal kaynağın karşılığını tam olarak almış mıdır?
Cevap: Hayır, ayırdığı kamusal kaynak ve bu kaynaktan üretilen içsel kaynak ile dünya çapında bir kurum üretilebilinecek olmasına karşılık ulusal çapta bile ilk beşe giren bir kurum üretilememiştir.

Fakat daha az kaynakla bunu başaran İzmir Yüksek Teknoloji Üni ve Gebze Teknik Üni gibi örnekler, gerçekten bunu nasıl başarmıştır?

Tabii ki; ikinci soru yıllar içinde üretilen devasa kaynağa ne olmuştur? Neden Anadolu Üni ilk beşe giremedi? Bu gibi soruların da zamanın ya da çağın hakkı açısından sorgulanması gerektiği fikrindeyim.

İşşallah yeni yazılarınızda, saygılarımla…

Beğen

An.Unv.nin kurulusunda Rahmetli Polatkan in emeği buyuk oldugu icin 16 eylul 2014 de Yunusemre Kultir merkezinde yaptigimiz sayin Nabi Avci bakan ve rektor Naci Gundogan in katıldıkları toplantıda An.Unv.havalimani isminin Hasan Polatkan hava limanı olarak değiştirilmesini onermiştim.Sayin.Bakan bunu gerçekleştirdi ..

Beğen

Yorum bırakın